Kutlu Doğum ya da Mevlüd-i Nebi; bütün mesele teslim olmak mı, olmamak mı!
Türkiye değişik bir ülke… Dünyanın herhangi bir ülkesinde yüz yılda olabilecek gelişmeler Türkiye’de bir haftada yaşanabiliyor. Dolayısıyla en önemli gelişme diyebileceğimiz bir konu yeterince anlaşılmadan, hakkında etraflıca bir değerlendirme yapılmadan bir de bakıyorsunuz ondan çok daha önemli bir gelişme gündeme oturdu bile.
Mevlid-i Nebi’nin ne olduğunu, neden Cumhuriyet Bayramının kutlandığı haftaya konduğunu anlamadan, kötü yapıların birçok can aldığı İzmir depremi oldu. İktidarın hanesine bu da Allah’ın bir lütfu olarak mı kaydedildi, onu henüz bilmiyoruz.
TBMM’nin kuruluşunu yani ulusal egemenliğimizi sembolize eden ve ülkemizin geleceği olan çocuklarımıza armağan edilmiş bulunan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her yıl Ulusal Egemenlik Haftası adıyla anlam ve önemine uygun şekilde kutlanırdı.
12 Eylül darbesinin tam saha önünü açtığı bir ajan örgütü olan Fetullah Gülen Cemaati, Türk Milletinin tam bağımsız ve antiemperyalist ulusal iradesini emperyalizme teslim etmek üzere 1989 yılında, “Kutlu Doğum Haftası” diye bir masal yazdı. Siyasi iktidarları ve Diyanet İşleri Başkanlığını terkisine alarak o tarihten itibaren Türkiye’nin her yerinde bu masalını Ulusal Egemenlik Haftasının yerine ikame etmeye çalıştı.
Cumhuriyeti yıkmakla görevli bu cemaat, bu masalında İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in bazı dincilerin dediği gibi 22 Nisan’da değil, Fetullah Gülen hoca efendilerinin de peydahlandığı gün olan 24 Nisan’da doğduğunu, dolayısıyla bu günün içinde olduğu haftanın kutlu doğum haftası olarak kutlanması gerektiğine cümle halkı inandırmayı başarmıştı.
Oysa Arap’ta Acem’de, Çin’de Maçin’de, Mağrip’te Maşrık’ta sağduyu sahibi bütün Müslümanlar, İslam Peygamberinin ölüm tarihinin 8 Haziran 632 olduğunu ancak doğum tarihi konusunda üzerinde anlaştıkları net bir tarihin olmadığını, iddia edilen kimi tarihlerin de tevatürden ibaret olduğu konusunda hemfikirdirler. Ve hiçbir İslam ülkesinde Türkiye’dekine benzer tarikatların uydurduğu ne bir kandil kutlaması, ne de Peygamberin doğum günü diye bir kutlu doğum haftası yoktur.
Hepimizin bildiği gibi ilkbahar aylarında dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tabiatın uyanışına atfen çeşitli yöresel ve geleneksel kutlamalar yapılır. Türkçe Olimpiyatlarıyla kentlerde milli bir kisveye bürünen Gülen Cemaati, kırsalda da dini bir kisveye bürünerek Anadolu’da ve Trakya’da yüzlerce belki binlerce yıldır kutlana gelen yerel şenliklerin tümünü Kutlu Doğum Haftası kapsamına alıp içini boşaltarak İslam’la, Peygamberle alakası olmayan yeni dinini telkin ederek o kutlamaları dönüştürmeye çalıştı.
Muhtarından kaymakamına, belediye meclis üyesinden milletvekiline, belediye başkanından valisine, yandaş bürokratından kayrılan iş adamına, kadınından erkeğine, yedisinden yetmişine kalabalıklar köy ve kasaba meydanlarında, oralara sığmayınca da mesire yerlerinde içtima oluyordu. Müftü, imam ve müezzinlerden oluşan korolar, içtimadaki kalabalıklara dedirttikleri âminler eşliğinde arşa yükselen sesleriyle karadaki karıncaların ve yaprakların, sudaki balıkların ve her su damlasının sayısı kadar Peygambere yapay sevgilerini gönderiyorlardı. Tuhaf olansa karşılığında peygamberin şefaatini ve Allah’ın mükâfatını değil, Fetullah Gülen hoca efendilerinin hayır duasını bekliyor olmalarıydı.
Kırsalda ne kadar sahipsiz, yararsız ve uyuz köpek varsa onlar da katılımcılardan daha fazla dikkat kesilerek takip ettikleri bu kutlamaların yolunu gözler olmuştu. Uzak yakın demeden birbirleriyle haberleşerek bu kutlamalarda kendi durumundaki türdeşlerini birbirlerinin köylerine kasabalarına davet edecek kadar örgütlenmişlerdi. Zaman içinde hayli de semirmişlerdi. Çünkü kutlu doğum haftası, Ulusal Egemenlik Haftasının yaşandığı günlerle sınırlı kalmamış, ilkbahar aylarından taşarak yaz aylarında da kutlanır olmuştu.
Olan, kırsalda yaşayan çiftçiye, çiftçinin malına mülküne ve o yörenin doğasına oluyordu: Kutlu doğumun başladığı yıllarda katılımcıların sayısı kırsaldaki inek, koyun, keçi sürülerini geçmezken, çıkardıkları gürültü de o yöredeki böğürtüleri, meleyişleri, kişnemeleri, vızıltıları, esintileri bastıramıyordu. Lakin tarlalar sürülürken, ekim, dikim, hasat yapılırken, hayvanlar meraya salınırken kutlu doğum müdavimleri ister devlet erkânından, ister halktan olsun, kudretli kudretsiz hiçbirisi, hiçbir gün, hiçbir çiftçiye “Ne eker ne biçersin, bir derdin, bir eksiğin, bir isteğin var mı?” diye sormadı, buna gerek bile duymadı. Varsa yoksa hoca efendinin yerel imamlarının gözüne girmek içindi; orada bulunma nedeni de dahil, tüm çabaları!
Yıllar geçtikçe kutlu doğum katılımcıları artmaya, buna mukabil gidilen bölgelerdeki inek, koyun, keçi popülasyonları ile ekili ve dikili alanlar azalmaya başladı. Önceleri yenilen içilen her şey yerelden temin edilirken, Müslüman duasıyla mideye indirilse de zamanla Yozgat’ın mercimeği Kanada’dan, Kırşehir’in nohudu Meksika’dan, Konya’nın kuru fasulyesi Hindistan’dan, Erzurum’un lop eti haritadaki yerini bile bilmediğimiz Uruguay’dan; hem de anguslardan sipariş edilir oldu.
Türk Milletinin, aldatılmışlığının zirvesinde olduğu bu dönemde aynı menzile farklı yollardan giden Müslüman kardeşlerin yolu her ne hikmetse Türkiye’nin yönetiminde kesişmişti. Kutlu doğum kandırmacısıyla geldikleri bu iktidarı halkın yararına kullanmayı bırakıp aralarında bölüşmeye kalktılar. Bölüşemeyince de birbirlerini tu kaka ettiler.
15 Temmuz 2016’da içeriği ve oluş biçimiyle acayip olan bir askeri darbe kalkışması yaşandı ülkemizde. Darbeden hemen sonra çeyrek asırdır Türkiye’nin her yerinde kurumsallaşmış halde gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri bıçak gibi kesildi. Yerine, Mevlid-i Nebi diye en az eskisi kadar kutlu bir bayram üretildi. Kutlu Doğum Haftası, 23 Nisan’ın yer aldığı Ulusal Egemenlik Haftasının halefi yapılmıştı. Osmanlıca söylemiyle Mevlid-i Nebi de Türk insanını kulluktan alıp özgür insan yapan Cumhuriyet’in kutlandığı 29 Ekim gününün içinde yer aldığı haftada, yani Cumhuriyet Bayramının karşısına alternatif olarak konulmuş bulundu.
Birincisinde; savaş meydanlarında kazanılmış, uluslararası diplomasiyi de arkasına alarak kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyetinde, Peygambere ait olmayan bir doğum günü bahane edilerek, sümüklü bir şarlatanın öncülüğünde ulusal egemenlik sonlandırılmak istenmişti.
İkincisinde; meşru yollardan iktidara gelenler, zaman içinde bu meşruiyetin sınırlarını meşru olmayan girişimleriyle zorlayarak demokratik Türkiye Cumhuriyetini murisinden kendisine kalmış bir çiftlik gibi yönetmeye kalkışıyor, Türk Milletini de kendi tebaası yapmaya çalışıyorlar. Bunlar da aynı yöntemle, yine sözde Peygamberin doğum günü üzerinden değersizleştirmeyi düşündükleri Cumhuriyeti, ülkesi ve milletiyle birlikte içeride ve dışarıda keyfi yönetimlerinin bir aracı haline getirmeye çalışmaktadırlar.
Gerçi kendileri, “Ayrı yollardan aynı menzile giden iki gruptuk” deseler de yaptıklarına bakılırsa menzil de yol da aynı görünüyor. Dolayısıyla bunu gören herkesin; “Peki, aranızdaki fark nedir öyleyse?” diye sorma hakkı doğmuş oluyor bu ülkede.
Bütün bunlardan çıkaracağımız acı ama önemli sonuçlar var: Pakistan milli şairi Muhammed İkbal, “İslam dinine büyük hizmetler vermiş iki Mustafa vardır; biri bu dini gönderen Tanrının elçisi Muhammed Mustafa’dır. Diğeri de bin üç yüz yıl boyunca bu dine sokulan milyonlarca hurafeyi temizleyen Mustafa Kemal’dir” der.
Fetöcülerin, kendi karanlık emellerine alet etmek için icat ettikleri Kutlu Doğum Haftası yüzünden Hz. Peygamberin Mescid-i Nebevi’deki kabrinde kemiklerinin sızladığını eminiz ki her mümin hissetmiştir.
AKP iktidarının da aynı şekilde karanlık olduğu şüphe götürmez emelleri uğruna icat ettiği Mevlid-i Nebi Haftası ise Hz. Peygamberin kemiklerini sızlatmakla kalmıyor; beş yüz doksan sekiz yıldır Çekirge Caddesi üzerindeki kabrinde yatan Süleyman Çelebi’nin, Peygamberin doğuşuna methiye olarak yazdığı tasavvuf şiiri Mevlid’in Cumhuriyet Bayramıyla atıştırır hale getirildiği günden beri huzurunun kaçtığını ve mezarında ters döndüğünü bütün Bursalılar görüyor.
Hele Ulusal Egemenliğin ve Cumhuriyetin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığının, varlık nedenini bir kenara bırakarak, Fetönün ve AKP’nin siyasetine bilinmeyen doğum günü üzerinden İslam Peygamberini alet etmesi asla kabul edilemez. Diyanet İşleri Başkanlığı ne yazık ki bu ve benzer birçok şeyi yapmakla bu dönemin Belam Bin Baura’sının misyonunu üstlenmiş bulunmaktadır.
Seyirci kalmak ya da kalmamak; işte bütün mesele burada düğümleniyor. Dolayısıyla sorumluluk sahibi herkese düşen görev, ne FETÖ’nün, ne AKP’nin, ne de Diyanetin halkımızı düzmece kutlamalarla, açlıkla, yoksullukla, mutsuzlukla ve çaresizlikle imtihan etmesine ve bundan siyasi rant elde etmesine izin vermemektir.