Madun…
Bir toplumda sesi olmayan, kendini temsil edemeyen, toplumun işleyiş mekanizmaları arasında kendisini ifade edemeyen işçiler, köylüler, kadınlar, kişi ya da grupları genel bir ifade olarak “madun” olarak nitelendiriyor Antonio Gramsci.
Biraz masumiyet, biraz mecburiyet ve biraz da mahcubiyet.
Hani ilk bakışta bir yerme gibi algılansa da gerçek bu değil.
Görünmez hallerine eleştiri, bilinmez hallerine özeleştiri, seslenmez hallerine ise sitem var sanki.
Ataerkilliğin, her tür muhafazakârlığın, ekonomik ve eğitim yetersizliğinin, dinsel ve geleneksel kültürün “suskunluğa-sessizliğe” yuvarladığı insanlar.
Şimdi bunu neden yazdın diyeceksiniz?
Tarımda hasat dönemi geldiğinde ülkenin her yerine dağılan mevsimlik tarım işçileri var.
Gelirler, kötü koşullar altında çalışırlar ve geldikleri gibi sessiz sedasız giderler.
Üç beş yevmiye için yol kenarlarında, dere kenarlarında, tarla-bahçe kenarlarında, çeşme, köy- mahalle kenarlarında derme çatma çadırlarda, ya da barakalarda yaşam savaşı verirler.
Ezilirler; kadınlar, çocuklar, yaşlılar yoksulluğu ve yoksunluğu içselleştirirler.
Sadece çocuk seslerini duyarsınız.
Bir de hani yöresine göre gündelik bağrışmaları.
Ve çökünce akşam karanlığı, yorgunluğun sessizliğine gömülür ortalık; sosyal sessizliklerinin üzerine.
Oysa hani diyorum, hiç olmazsa mülteciler kadar olabilseler.
Bir yaşam mekânları olsa; mutfakları, tuvaletleri, banyoları, fırınları olsa.
En azından çadırları çadır olsa.
Mesela, çocuklar eğlenebilse!
Bir sinemaya gitse, tiyatro görse, öğretmenleri olsa.
Ya da resim yapsalar mesela.
Kendilerini resmetseler.
Abidin olmadan Abidin olabilme şansları olsa mesela.
***
Haydi, çiçeği burnunda belediye başkanları.
İzmir, Adana, Antalya, Mersin, Hatay, Konya, Bursa, Ankara, Ordu, Samsun ve diğerleri.
Haydi, bir el atın.
Gramsci duymadan!