Meme kanseri hakkında doğru bilinen 10 yanlış!
Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 300 bin kadının meme kanseri olduğu varsayılıyor. Yaşla birlikte meme kanserinin görülme sıklığı da artıyor.
Anadolu Sağlık Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Kemal Raşa, meme kanseri hakkındaki şehir efsanelerine itibar edilmemesi gerektiğine dikkat çekti. Her 8 kadından birinin, yaşamının bir bölümünde memesinde kanser odağı geliştiğini dile getiren Dr. Kemal Raşa, “Halk arasında kulaktan kulağa dolaşan ve doğru bilinen ‘şehir efsaneleri’yle bu hastalığın ciddiyeti hafifletiliyor” ifadesini kullandı. Dr. Kemal Raşa, meme kanseriyle ilgili kulaktan kulağa dolaşan şehir efsaneleri hakkındaki gerçekleri şöyle sıraladı…
- Deodorantlar meme kanserine yol açmaz
Deodorantların terlemeyi engellediği, bu nedenle toksinlerin ter yoluyla vücut dışına atılamadığı düşünülüyor. Bu biriken toksinlerin de memede, özellikle de koltuk altına en yakın olan üst dış bölümünde kanserle sonuçlanan değişikliklere neden olduğu iddia ediliyor. Bu kurgusal senaryonun ne kanıtlanmış bir bilimsel karşılığı ne de gerçekliği var.
- Balenli sütyenlerin olumsuz etkisi yok
Dar sütyenlerin, özellikle de balenli olanlarının meme dokusuna fiziksel baskı yaparak meme kanseri riskini artırdığı söyleniyor. Bugüne kadar yapılan hiçbir çalışma vücudumuzdaki dokulara uygulanan fiziksel basının kansere neden olduğunu göstermemiştir. Dar kot giyilmesinin doğurganlığı etkilemesi gibi balenli sütyenlerin de meme kanserine neden olduğu bilimsel temeli olmayan bir çıkarımdır.
- Doğum kontrol hapları kanseri tetiklemiyor
Uzun süredir doğum kontrol haplarının meme kanseri riskini artırdığı kulaktan kulağa dolaşıyor. Güncel olarak kullanılan ilaçların hormon içerikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu düzeyde bir hormon kullanımının meme kanseri riskini arttırdığını iddia etmek mümkün değil. Şu ana kadar yapılan ve kanıt değeri yüksek hiçbir klinik çalışmada doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda artmış bir meme kanseri riskini göstermemiştir.
- İğne değerse ya da bıçak dokunursa kanser yayılmaz
Memede şüpheli olarak kabul edilen bir kitleye iğne biyopsisi yapmadan ve mikroskop altında adını koymadan tedavi planı yapmak günümüzde artık tıbbi hata olarak kabul edilmektedir. Klinik veya radyolojik olarak kanser riski taşıdığına inandığımız her kitleye ultrason, mamografi veya MR kılavuzluğunda iğne değdirip tanıyı patologların koymasını tercih ediyoruz. Ayrıca erken evre meme kanseri tedavisinin ilk basamağı da cerrahi. Yani biz meme kanserinde tanıyı iğne ile koyup bıçak ile tedavi ediyoruz.
- Kanser tanısı konulan kadın memesini kaybetmez
Erken evre meme kanserinin en öncelikli tedavisi cerrahidir. Yıllar içerisinde yaptığımız cerrahilerin boyutunda ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Otuz yıl önce meme kanseri nedeniyle tüm memeyi, üzerinde ki deri ve arkasında ki kas ile birlikte çıkartırken günümüzde yüzde 90’ın üzerinde hastada artık meme korunabilmekte. Yalnızca kitle ile o kitlenin etrafındaki sağlıklı meme dokusu çıkartılarak memeye yönelik cerrahi tamamlanabilmekte.Yani artık özel durumlar dışında kanser tanısı alan kadının memesi korunabilmekte ve bu hastalığın tedavisi kabul edilebilir estetik sonuçlar ile gerçekleştirilmekte.
- Mamografideki radyasyon miktarı uçak yolculuğuyla eşdeğer
Günümüzde kullandığımız mamografi cihazlarıyla kişinin çekim sırasında maruz kaldığı radyasyon miktarı yaklaşık birkaç saatlik uçak yolculuğunda alınan radyasyon miktarına eş değerdir. İnsanlar buradan kalkıp Avrupa’ya seyahat ettiklerinde ne kadar radyasyon alıyorlarsa şu an kullanılan mamografi cihazlarında da aldıkları radyasyon o kadar. Hem tarama hem de tanı amacıyla kullandığımız mamografinin çok sayıda kadının yaşamını kurtardığı ise artık tartışmasını bile yapmadığımız çok önemli bilimsel bir gerçek. Bu nedenle kırk yaş üzerinde mamografiye alınan radyasyon dozu veya konforsuzluğu için karşı çıkmak kadının kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biri.
- Düşük yapmak, kürtaj yaptırmak ve tüp bebek tedavileri meme kanserine davetiye değildir
Düşük yapmış veya kürtaj yaptırmış kadınların hormonal dengelerinin değiştiği ve kaybedilen gebelik nedeniyle ortaya çıkan bazı hormonların meme kanseri riskini arttığı da iddia edilir. Her ülkenin kanser kayıt sistemi sayesinde elimizde çok ciddi bir ‘meme kanseri veri havuzu’ mevcut. Yapılan hiçbir demografik çalışma, düşük veya kürtajın meme kanseri riskini etkilediğini göstermemiştir. Bilimsel anlamda elde en küçük bir ipucu bile yokken düşük veya kürtajın meme kanseri yaptığını söylemek mümkün değildir. Ayrıca tüp bebek tedavilerinin de meme kanseri riskini artırdığı söylenir. Günümüzde tüp bebek tedavilerinde kullanılan ilaçların içerdikleri hormon miktarı çok daha sınırlı. Doğurganlığı sağlamak için kullanılan bu tedavilerin de meme kanseri riskini arttırdığını gösteren kanıt değeri güçlü hiçbir veri yok.
- Doğum yapmak ve emzirmek kadını meme kanserinden korumaz
İstatistiksel veri olarak 35 yaş altında doğum yapan ve bebeğini uzun emziren kadınlarda meme kanseri riskinin daha az olduğu görülüyor. Ancak unutulmamalıdır ki kadın olmak tek başına meme kanseri için yeterli bir risk unsuru. Bu nedenle doğum yapmış ve emzirmiş kadınlar da meme kanseri riski altında olduğunu bilmeli ve kontrollerini ihmal etmemeli.
- Ailede meme kanseri yoksa da meme kanserine yakalanılabilir
Ailesinde meme kanseri hikayesi bulunmayan kadınlar, kendilerinin meme kanseri açısından risk altında olmadıklarını düşünürler. Oysa kalıtsal meme kanseri tüm meme kanserlerinin yüzde 5-8 gibi küçük bir bölümünü oluşturur. Yani meme kanseri tanısı alan hastaların çok büyük bir bölümünde ne aile öyküsü vardır ne de genetik bir bozukluk. Bu nedenle aile öyküsü olmayan kadınların kendilerini korunaklı hissetmemeleri ve önerilen tarama programları çerçevesinde meme muayenelerini yaptırmaları ve mamografilerini çektirmeleri gerekir.
- Erkeklerde de meme kanseri olur
Meme kanseri sadece kadınları ilgilendiren bir hastalık değil. Çok daha nadir olsa da erkeklerde de meme kanseri görülebiliyor. Yapılan çalışmalar erkek hastalarda kalıtsal meme kanseri oranının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu hastaların tümörlerine biyolojik olarak baktığımızda olumsuz özellikler gösterme olasılığının kadın hastalardan daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu durum erkeklerde hastalığın daha hızlı büyümesine neden olabiliyor. Bu nedenle erkeklerde de erken tanı koyabilmek çok önemli.