Menşei ve tabiiyeti Anadolu
“Benden ala toprak, benden ala iklim, benden ala öğretici var mı dünyada?” diye sordu, Anadolu.
“Sen dünyada bir tanesin” dedi, geldikleri on bin yıllık yolun tozunu yutan ve heybesinin bir gözünde akıl, bir gözünde vicdan taşıyanlar.
“Fark etmez, bizim için her yer Anadolu” dedi diğer yandan, rahmetin ve bereketin tutunamadığı kadar dalsız budaksız silme üryan olup mevcut sisten peydahlanarak bir anda yurtluğun köşe başlarını tutan, gücünü ve cesaretini zulüm ile abat oldukları kokuşmuş düzenden alan azınlıktaki azgınlar.
Akıl ve vicdan sahipleri çoğunlukta olsalar da korkaktılar ve Anadolu’nun erdemlerinden nasibini alamamış azgın gafillerin bu söylemi karşısında sadece insanlığından utanarak yarılan yerin içine girmekten gayrı bir edimde bulunmaya cesaret edemediler. Bundandır, gelinen sonuç!
Bu durum; Anadolu’nun, menşei ve tabiiyeti kendine ait olan soylu bitkileri, hayvanları ve insanlarıyla birlikte haksızlığın, hukuksuzluğun yarattığı yokluk ile yoksulluğun girdabına düşürüldüğünün kısacık bir izahıdır.
Üzerinde yaşayan herkesin hep birlikte Türkiye Cumhuriyetini kurduğu o Anadolu ki, coğrafi konumu gereği önemli miktardaki bitkinin ve hayvanın hem gen merkezi, hem de kültüre alındığı ve evcilleştirildiği bir yurtluktur. Anadolu’nun bitki ve hayvan çeşitliliği kadar insanlarının etnik ve kültürel farklılığı da bu coğrafi konumundan kaynaklıdır. Evrimleşen Homo Sapiens, ilk önce bu coğrafyada zekasını ve yeteneklerini geliştirme fırsatı buldu. Zira bitkinin, hayvanın ve insanın birlikte içinde yer aldığı bu habitattaki kapsamlı evrimleşmeye sebep olan etmenlerin başında, buna uygun ortamı oluşturan iklim gelmektedir.
“İlk insan ve ilk peygamber Adem’in Urfa’da çift sürdüğü” söyleminin altında, insanın ilk kez Anadolu’da ademleştiği, yani yerleşik hayata geçerek sosyalleştiği gerçeği yatmaktadır. Göbeklitepe, Pınarbaşı, Boncuklu, Çatalhöyük ve Aktopraklık’taki bulgulardan anlıyoruz ki hayvanların evcilleştirilmesi, tarımın yapılması ve bunlara bağlı olarak kadim kültürlerin oluşması Anadolu’da başladı ve belki de oradan dünyaya yayıldı.
Mezopotamya, bütün uygarlıklara kaynaklık eden Sümer uygarlığının yaratıldığı coğrafyadır. Anadolu’nun doğusu ve güneydoğusu da Mezopotamya’nın başı ve gövdesidir, yani aklı ve vicdanıdır. Dolayısıyla, örneğin Ukrayna düzlüklerinde koşturan ve insanlığın kaderini değiştiren atlar, Anadolu’da binicisini buldu ve evcilleşti, Kapadokya’da güzelleşti. Ardından başta koyun, keçi, köpek, domuz, sığır, eşek vb beslenme ve işgücü amaçlı daha birçok hayvanın evcilleştirilmesi geldi. Bir yandan da arpa, buğday, yulaf, çavdar gibi hububatların; yonca, fiğ, korunga gibi yem bitkilerinin; bezelye, nohut, mercimek gibi bakliyatların; soğan, sarımsak, lahana, havuç gibi sebzelerin; elma, armut, üzüm, incir, nar, kavun gibi meyvelerin tarımına başlandı.
Yazının icadıyla birlikte gelişen, çoğalan uygarlıklar, kültürler, ekonomi, ticaret, sanat Mezopotamya’ya sığmadı, taştı. Paralelinde, bu medeniyetleri üzerinde taşıyan coğrafya da genişledi ve Akdeniz ile Basra Körfezi arasında altın yumurtlayan bir bereketli hilal oluştu. Anadolu, o günden itibaren bütünüyle bir uygarlıklar beşiğine dönüştü.
Gün geldi davullar, gün geldi davlumbazlar çalındı. İmparatorundan sultanına, şahından padişahına üzerinde kılıç çekmeyen, tepinmeyen kalmadı Anadolu’nun. Ama o, bereketinden ve asaletinden zerre nicelik yitirmedi. Sonunda akıl ve vicdan sahibi olan erdemlilerin beklediği oldu; Bedeni yaran kılıcın, toprağı yaran sabana mağlubiyetinin kaçınılmaz olduğunu müjdeleyen Cumhuriyet kuruldu. İlk söz, “Ekonominin temeli tarımdır” oldu. Dünyada kültüre alınıp üretimine geçilen 140 meyve türünün 75’i gibi yarıdan fazlasının Anadolu’da mukim olduğu veya bu iklimde yetiştirilebileceğini Cumhuriyet öğretti bize.
Anadolu’da özgür ve eşit yurttaşlığa dayalı Cumhuriyet kurulurken, Altın Hilalin geri kalan kısmı ahmak güruhların birbirlerini boğazladığı tam bir kan gölüne dönüşüverdi. Bu kan gölünün içinden “Bizim bir Atatürk’e ihtiyacımız var” diye imdat çığlıkları yükselirken, egemenliği halktan alan demokratik rejimin yerine geçen (nasıl olduysa artık) saray rejimi, Atatürk’ün halkla birlikte kurduğu Cumhuriyeti ortadan kaldırmanın telaşında. Bunu tarımı bitirmesinden, beyin göçünü yaşatmasından ve istila yoluyla ülkenin demografini değiştirmesinden anlıyoruz. Oysa Türkiye bir tarım ülkesidir ve tarımı ile yetişmiş insanı, Türkiye’nin bekasının en güçlü teminatıdır. Bu teminatı ete kemiğe büründürerek anlamlı kılansa zengin hayvan faunası ile bitki florası, verimli toprakları ile elverişli iklimi ve tabi ki erdemli insanlarıdır.
O halde Türkiye tarımsal üretimde bulunan bir ülke olmaktan çıkar, gıda enflasyonu azar ve pahalılıkla kalmayıp açlık baş gösterirse eğer o zaman uygarlıklar beşiği Anadolu’nun, ekonomik ve siyasi olarak Altın Hilalin bugünkü geri kalan kısmından hiçbir farkı kalmaz.