Meral Akşener’den iktidara sert eleştiri
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında AKP iktidarını sert bir dille eleştirdi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Akşener, eleştirisinde şu ifadeleri kullandı:
“Varsın onlar, dedikodu siyaseti yapsınlar. Varsın onlar, koltuk siyaseti yapsınlar. Varsın onlar, saray sefası sürmeye devam etsinler. Biz somut çözümler sunmaya, milletimize umut olmaya devam edeceğiz. Milletimiz için çalışmaya, üretmeye devam edeceğiz.
Çünkü bizim yolumuz hak yoludur, hakikat yoludur, millet yoludur. İktidarın suyu artık ısındı. Bunu artık kendileri de kabul ediyor. O sandık elbet gelecek, milletimiz İYİ Parti diyecek.
Milletimiz yetkiyi verecek, biz de Türkiye’yi düze çıkartacağız. Hak ettiğimiz, güçlü, mutlu ve zengin bir Türkiye’yi milletimizle el ele inşa edeceğiz.”
Akşener’in açıklamaları tamamı şu şekilde:
Aziz Milletim, Değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz.
Sözlerimin başında,
“Elmalı Davası” adı verilen, hukuk rezaletinden bahsetmek istiyorum.
6 ve 9 yaşlarında, iki küçük yavrumuzun yaşadığı, korkunç olayları biliyorsunuz.
Sanıklar, adli tıp raporlarına rağmen, aylar önce tahliye edilmişler.
Tutuklu yargılamayı olağanlaştıranlar,
konu iki küçük çocuğumuza, vicdansızca yapılan cinsel istismar olunca,
tutuksuz yargılamayı tercih etmişler.
Bu insanlıktan yoksun kararda pay sahibi olan herkesi, Allah’a havale ediyorum.
Yazıklar olsun.
Hukuka ve adalete olan güvenimizin,
pamuk ipliğine bağlı hale getirildiği bir dönemde,
bu korkunç suçun faillerinin, aramızda geziyor olması, kabul edilemez.
Çocuklarımız çizerek anlatmışlar, anlaması gereken vicdansızlar anlayamamış.
Buradan, başta Adalet Bakanı olmak üzere, iktidarı uyarıyorum:
Milletin adalet duygusu ve vicdanıyla sakın oynamayın.
Empati yoksunu yargı kararlarıyla, milletimizi tahrik etmeyin.
Her bir çocuğumuz gibi, bu iki yavrumuz da bize, Allah’ın emanetidir.
Bunu aklınızdan çıkarmayın.
Açılan HSK soruşturması, doğru yönde atılmış bir adımdır.
Ancak, toplum vicdanını rahatlatmak ve adaletin tecelli etmesi için,
süratle devamı gerekir.
Süreci yakından takip edeceğiz.
Her ne pahasına olursa olsun, emanetlerimize sahip çıkacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan’ın bir gece ansızın, aklına esip,
İstanbul Sözleşmesi’ni, yürürlükten kaldırmaya kalkması üzerine,
bir hukuk süreci başlattık.
Çünkü biliyoruz ki;
hukuken hiçbir makam, kaynağını anayasamızdan almayan bir yetkiyi kullanamaz.
Yine de bununla kalmadık, sürecin gerekçesini, bizzat Danıştay tarafından ortaya konulan,
ve istisnasız biçimde uygulanan bir ilkeye dayandırdık.
Neydi bu ilke?
“Bir işlemi sona erdirme hakkı, sadece onu yapan makama aittir.”
Yine aynı ilkeye göre,
“Bir işlem, hangi usule göre yapılmışsa, ona uyularak ortadan kaldırılır.”
Ancak buna rağmen Danıştay,
karara muhalif üyeler olduğu halde, başvurumuzu reddetti.
Yani Danıştay, göz göre göre,
Sayın Erdoğan’ın, meclisimiz “uygundur” demeden, onaylayamayacağı bir anlaşmayı,
tek başına ortadan kaldırmasına, cevaz vermiş oldu.
Sözüm ona, Türk Milleti adına verdiği bu kararla da,
Millet iradesinin tek temsilcisi olan, Büyük Millet Meclisimizi,
yani aslında, bizzat milletimizi, devre dışı bıraktı.
Verilen bu fantastik karar, yargı üzerindeki vesayetin apaçık ispatıdır.
Sayın Erdoğan;
Gittiğin bu yol, yol değil.
Yargıda açtığın bu gedikler, yol verdiğin bu adaletsizlikler,
hem toplum vicdanını, hem milletimizin devletine olan güvenini yaralıyor.
Giderayak, sırf senin gönlün olacak diye,
Türk Devleti’ne zarar vermeye hakkın yok.
Yazıktır, günahtır.
Buradan, Türkiye’nin dört bir yanında,
çetin bir mücadele veren kadınlara seslenmek istiyorum:
Ne hukuk taklaları, ne de oldu bittiler bizi yıldıramaz.
Kadınların mücadelesi, benim mücadelemdir.
Kadınların mücadelesi, İYİ Parti’nin mücadelesidir.
Bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz.
Sonuna kadar, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” demeye, devam edeceğiz.
Ve sonunda bu çirkin zihniyet değil,
mutlaka, biz kadınlar kazanacağız.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli milletvekili arkadaşlarım;
Sınava giren öğretmenlerin dahi, optik formun, ancak üçte ikisini doldurabildikleri,
çocuklarımız için kabusa dönen, bir TYT-AYT süreci geçirdik.
Doğal olarak, Sayın Erdoğan’a, ve eğitim gurusu ambalajıyla göreve getirdiği,
Milli Eğitim Bakanı’na sormak istiyorum:
Siz bu öğrencilere, neden böyle gıcık oluyorsunuz?
Bir buçuk yıldır, kesintiler ve zorluklarla, eğitimlerine devam etmeye çalışan,
2 milyon 600 bin gencimizin önüne getirilen sınavın, bu kadar zor,
soru formlarının da, bu kadar farklı olmasının sebebi nedir?
Bu çocuklar, size ne kötülük yaptı kardeşim?
Milletçe türlü zorluklarla mücadele ettiğimiz şu pandemi döneminde,
doğal olarak çocuklarımız da, hem eğitimsel, hem de psikolojik anlamda,
salgın şartlarından, derinden etkilendiler.
Böyle durumlarda, devletten beklenen,
bu durumu, tersine çevirecek düzenlemeler yapmasıdır.
Ama siz ne yaptınız?
Çocuklarımız için, bu olağanüstü sürecin olumsuz etkilerini,
en aza indirecek tedbirler almak yerine,
soruların formatlarını değiştirmeyi,
sınavı iyice zorlaştırarak öğrencilerimizi şaşkına çevirmeyi,
adeta onları cezalandırmayı tercih ettiniz.
Böyle vicdansızlık olur mu?
Böyle insafsızlık olur mu?
Yazıklar olsun.
Bu vesileyle,
bu yıl, tarihin en zor sınavına, yakın tarihimizin en zor şartlarında hazırlanarak giren,
2 milyon 600 bin eğitimzede gencimizi, yürekten kutlamak istiyorum.
İktidarın onlara reva gördüğü tüm zorluklara rağmen,
her biri, elinden gelenin en iyisini yaptı.
Yolları, bahtları açık olsun.
Aziz milletim;
Biz, Kurtuluş Savaşımızla, işgalcilerden istiklalini,
kanıyla, canıyla, imanıyla, söke söke almış bir ecdadın torunlarıyız.
Mahatma Gandi’nin tarifiyle,
“Düşmanların hazırladığı tabutları, başlarına geçirerek”,
işgalcilerden istikbalini, söke söke almış bir milletiz.
Karşımıza dikilen koca koca devletlere rağmen,
kardeşlerimizin üzerine çöken kabusa dur demiş,
Kıbrıs’ın istikbal ve istiklalini, söke söke almış bir milletiz.
Nice darbeye, muhtıraya, kalkışmaya ve vesayet teşebbüsüne rağmen,
her defasında, demokrasisini, söke söke geri almış bir milletiz.
Sultan Alparslan’ın Anadolu’yu,
Sultan Mehmet Han’ın da, İstanbul’u aldığı gibi,
Biz de, millet olarak, hakkımızı ve hukukumuzu söke söke almayı biliriz.
Nitekim tarihimiz;
Değerlerimizi, bağımsızlığımızı ve geleceğimizi almaya kalkanlara verdiğimiz,
büyük derslerle doludur.
Ancak maalesef, geçen hafta,
devlet geleneğimizden, bir türlü nasiplenemeyen,
kahraman ecdadımızdan, bir türlü feyz alamayan,
şanlı tarihimizi de, zaten bilmeyen Sayın Erdoğan,
Kanal İstanbul’a karşı durduğumuz için,
bu yanlışa ortak olmayı düşünenleri, uyardığımız,
ve “iktidara gelince, size tek kuruş ödemeyeceğiz.” dediğimiz için,
çok sinirlendi, ve dedi ki;
“Boş konuşuyorlar.
Uluslararası tahkim yoluyla o parayı, sizden söke söke alırlar.”
Şuursuzluğa bakar mısınız?
Beşli çetenin ve yabancı şirketlerin avukatlığına soyunan,
şu sorumsuzluğa bakar mısınız?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor,
ve milletin gözünün içine baka baka,
“O paraları sizden söke söke alırlar.” diyor.
Sizden dediği kim?
Milletin ta kendisi.
İbretlik gerçekten.
Dahası var.
Sayın Erdoğan’dan sinyali alan küçük ortak hiç durur mu?
Elbette durmaz.
Nitekim yine durmadı, ve dünkü grup konuşmasında, hiç utanmadan,
Türk Milleti’nin parasına çökecek firmaları, “Hukuki güvence altına alalım.” dedi.
Bu nasıl iştir arkadaş!
Bu nasıl bir utanmazlık, bu nasıl bir vicdansızlıktır.
Hatta açık açık ilan edeyim;
Bu nasıl bir işbirlikçiliktir?
Yazıklar olsun.
Sayın Erdoğan;
Tarafını seç.
Milletinin yanında mısın, yoksa 5’li çetenin arkasında mı duracaksın?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı mısın, yoksa yabancı şirketlerin avukatı mı olacaksın?
Milletin adamı mısın, yoksa lobilerin adamı mı olacaksın?
Bir karar ver.
İlk seçimde yolcu olduğunun farkına, daha yeni varmış olabilirsin.
Ama İsmet Özel’in şiirinde söylediği gibi;
“Tam düşecekken tutunduğun tuğlayı, Rab bellemeyeceksin.”
100 yıl önce de, işgalcilerin avukatlığını yapmaya kalkan, işbirlikçiler vardı.
Sonra ne oldu?
İşgalciyle birlikte, geldikleri gibi gittiler.
Tarihten ders al.
Oturduğun makamın getirdiği sorumluluğun artık farkına var.
Adeta bir sömürge valisi ağzıyla, abuk sabuk konuşarak,
sana bütün makamları veren bu aziz millete, apaçık ihanet ediyorsun.
Senin görevin,
Bu milletin olanı, söke söke almaya kalkacakların yanında saf tutmak değil,
bu milletin hakkını-hukukunu söke söke almaktır.
Aklını başına al, kendine gel!
Dava arkadaşlarım;
Sayın Erdoğan kendini,
kanal adı altında, otoyol viyadüğü temeli atma etkinliklerinde dile getirdiği,
tahkim üzerinden, milletine para ödetme fantezileriyle oyalayadursun,
uluslararası hukuka göre, kazın ayağı pek de öyle değil.
Arkadaşın bol maaşlı danışmanları bunları bilmez;
o nedenle, sorumlu siyaset anlayışımız gereği, kendisini biz uyaralım.
Uluslararası hukukta, “tiksindirici borç” diye bir kavram vardır.
Bu kavram, dış borç alan ve bunu milletinin menfaatine harcamak yerine,
kendi kişisel ikbali için harcayan liderler için kullanılır.
Bu liderler, iktidardan düştükten sonra,
o borcun, ülkedeki vatandaşlardan değil,
borcu alan liderlerin, kişisel harcaması olarak kabul edilerek,
o kişinin, bizzat kendisinden tahsil edilmesini söyler.
Alexander Nahum Sack tarafından geliştirilen doktrine göre,
bir borcun, “tiksindirici borç” olarak kabul edilmesi için, 3 şart var:
Bir;
Borcu veren kişinin bilgilendirilmesi.
Bu yapılmış mı?
Evet.
Biz, Millet İttifakı olarak, bu görevi yerine getirdik.
Her fırsatta, yerli-yabancı tüm kurumları uyardık.
İki;
Borcun halkın rızası dahilinde alınmamış olması.
Bu şart oluşmuş mu?
Oluşmuş.
Medya üzerindeki iktidar kontrolüne rağmen,
kamuoyu araştırmaları, milletimizin büyük çoğunluğunun,
bu projeye karşı olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, Kanal İstanbul için, ayrı bir referandum yapılmamış ve halkın onayı da alınmamış.
Yani milletin rızası alınmamış.
Üç;
Borcun, halkın menfaati için kullanılmaması.
Mevcut ekonomik değerlendirmeler, Türkiye’nin,
işsizlik, enflasyon ve kişi başına düşen milli gelir gibi parametrelerde,
kendi sınıfındaki ülkeler arasında, en kötü performansı gösterdiğini söylüyor.
Peki Kanal İstanbul Projesi,
hali hazırda çalışan ve değer üreten firmaları ayakta tutmayı,
veya milletimizin refah seviyesini yükseltmeyi amaçlıyor mu?
Hayır.
Projenin, bölgede arsa kapatanlar ile, malum müteahhitler dışında,
milletimizin refahına ve insani gelişmişlik düzeyine, yapacağı bir katkı var mı?
Yok.
Dolayısıyla bu şart oluşmuş mu?
Bu şart da oluşmuş.
Ez cümle, Sayın Erdoğan;
Hiç heveslenme, bu parayı milletimiz ödemeyecek.
“Tiksindirici Borç Doktrini’ne” göre,
Milletimize inat olarak yaptığını, bizzat kendin itiraf ettiğin, bu projeden doğan,
şahsi borcunu, eğer paran varsa, bizzat sen ödeyeceksin.
Yani, şayet birisi, bir parayı söke söke alacaksa, hiç kusura bakma, senden alacak.
Nitekim, şimdiye kadar, söke söke verdiğin,
kapitülasyon tadındaki nice tavize bakınca,
şimdiden para biriktirmeye başlasan iyi edersin.
Benden söylemesi.
Değerli milletvekilleri,
Bu vesileyle, buradan sizlerin aracılığıyla,
Kanal İstanbul için avuç ovuşturan, projeye dahil olmak isteyen,
yerli ve yabancı bütün finans kuruluşlarını ve müteahhitlik firmalarını,
bir kez daha uyarıyorum.
Bütün bu veriler ışığında, bu “tiksindirici borcu”, milletimizden değil,
bizzat, Recep Tayyip Erdoğan’dan isteyeceksiniz.
Paranızı, onun şahsi hırslarına veriyorsunuz,
geriye de, bir zahmet, kendisinden alacaksınız.
Geçmişte, Ekvador ve Haiti’de yaşanan benzer süreçlerin,
nasıl sonuçlandığını incelemenizde, büyük fayda görüyorum.
Kanal İstanbul’la ilgili atacağınız adımları da,
bu gerçeğin bilinci ile atmanızı, özellikle tavsiye ediyorum.
Sonra siz üzülürsünüz.
Uyarmadı demeyin.
Dava arkadaşlarım;
Bu iktidarın milletimize verecek hiçbir şeyi kalmadı.
Milletimizin menfaatine kurdukları tek bir hayalleri,
Memleketin geleceği için koydukları, en küçük bir vizyon bile yok.
Onların tek derdi, koltuklarını korumak,
tek öncelikleri, beşli çetenin kasasını doldurmak,
tek vizyonları da, milletimizin varlıklarını yabancılara peşkeş çekmek.
Nitekim milletimiz, ağır ekonomik kriz ve pandemi şartlarında, zorluklarla mücadele ederken,
maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları,
bambaşka hesapların, bambaşka önceliklerin peşinde.
Mesela;
Haziran ayı enflasyon rakamının açıklanmasıyla birlikte,
Temmuz ayında, memurlara ve emeklilere yapılacak maaş artışları belli olacak.
Biliyorsunuz, yıl başında, yüzde 3 maaş artışı yapılmıştı.
Kanun gereğince, memur ve memur emeklilerine,
Ocak-Haziran döneminde gerçekleşen enflasyon ile, yüzde 3 arasındaki fark kadar,
enflasyon farkı artışı verilecek.
Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine de, ilk altı aydaki enflasyon kadar maaş zammı yapılacak.
Dikkat ederseniz, çalışanlarımızın ve emeklilerimizin maaşları,
sadece enflasyon kadar artırılıyor.
O da maalesef, TÜİK’in makyajlı enflasyon rakamları esas alınarak yapılıyor.
Burada iki sorun var:
Birincisi;
maaş artışlarında, piyasa gerçekleriyle, mutfakla,
hatta bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarla, hiç bağdaşmayan bir, TÜİK enflasyonu var.
Maaş belirlemede bunun esas alınması,
çalışanlarımızı ve emeklilerimizi mağdur ediyor.
İkincisi ise;
Çalışanlarımıza ve emeklilerimize büyümeden pay verilmemesi.
Madem ilk çeyrekte, Türkiye yüzde 7 büyüdü,
hatta ikinci çeyrekte, yüzde 20’ler civarında büyüyecek diyorsunuz,
o zaman, bu büyümeden milletimize, neden pay vermiyorsunuz?
Milletimizin gelirine yansımadıktan sonra, yüzde kaç büyürsek büyüyelim.
Milleti zenginleştirmeyen büyüme, büyüme değildir.
TÜRK-İŞ Araştırmasının, Haziran 2021 ayı sonucuna göre,
Türkiye’de açlık sınırı, 2864 lira.
Ülkemizde, bu rakamın altında maaş alan milyonlarca emekli var.
Hal böyle olunca, emeklilerimiz, hafta başında dertlerini anlatmak istedi.
Ama maalesef, iktidarın artık alışkanlık haline getirdiği üzere,
onlara da terörist muamelesi yapıldı.
“Biz sadaka istemiyoruz, çalışırken prim yatırdık, onun karşılığını istiyoruz.” dediler,
ama basın açıklaması yapmalarına bile izin verilmedi.
Bir de üstüne, göz bebeğimiz polislerimiz ile karşı karşıya getirildiler.
Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum;
Böyle vicdansızlık olur mu?
Böyle duyarsızlık olur mu?
Emeklilerimizin sesine kulak ver, onları açlığa mahkûm etme.
Ayıptır, günahtır.
Değerli milletvekilleri,
Bir diğer konu da, Kısa Çalışma Ödeneği.
Geçen haftalarda dile getirmiştim,
bu hafta, bir kez daha gündeme getirmek istiyorum.
Pandemi sürecinde, yarım yamalak da olsa, uygulanan kısa çalışma ödeneği,
bu ay sonunda bitiyor.
Milyonlarca çalışanımız bu haktan yararlanıyor.
Kısa çalışma ödeneğiyle birlikte, işten çıkarma yasağı da son bulacak.
Bu durum, milyonlarca vatandaşımızı işsizlik tehlikesiyle yüz yüze bırakıyor.
Biz, İYİ Parti olarak, kısa çalışma ödeneğinin uzatılmasını talep ediyoruz.
Bu vesileyle, buradan iktidara sesleniyorum:
Kısa çalışma ödeneğinin tamamı,
işçilerimizin zaten hakkı olan, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödeniyor.
Ödemeler, yine aynı fondan yapılacağına göre,
işçinin parasını işçiden esirgemeyin.
Zorluklarla mücadele eden insanlarımızı, daha da zor duruma düşürmeyin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, geçen hafta Trabzon’daydım.
Önceki gün de, Muğla’ya gittim.
Milletvekillerimiz ve parti yöneticilerimiz de,
dört gün boyunca, İstanbul’u karış karış dolaştılar.
Milletimizin, iktidarın duymak istemediği gerçeklerini dinledik.
Sayın Erdoğan;
Sen, milletten söke söke para alacakları korumakla meşgulken,
milletimiz kan ağlıyor.
Trabzon’daki bir berber kardeşim,
“Aldığım 1600 lira ödenekle nasıl geçineyim?” diye soruyor.
Giyim mağazası sahibi bir kardeşim,
“Kirayı bile ödeyemiyoruz, işler çok kötü.” diyor.
Akçaabat’ta mağaza sahibi bir abimiz,
“Köyümde, bir tane elektrik direğinden başka bir şey yok.
Köydeki Cami’yi ve öğretmen lojmanını, belediyenin borcunu ödemek için sattılar.
77 yaşındayım ve hayatımın en zor 5 yılını yaşadım.” diyor.
Bir emekli vatandaşımız haklı olarak sitem ediyor.
“Ben emekliyim.
2 bin yılından önce emekli olanlar, intibak yasasıyla, benim maaşımı geçti.
Biz mağdur olduk.” diyor.
Ortahisar’daki bir çantacı kardeşim,
“Şu koca valizi, 25 lira kârla satıyorum.
“Bunu satınca, yerine yeni mal alacak durumum yok, bu çarkı döndüremiyorum.” diyor.
Aziz Milletim;
Türkiye’nin her köşesinden aynı şikayetler yükseliyor.
Muğla’da bir anne kulağıma eğilip,
“Akşama evde yemek yok Meral Hanım, yemek.” derken,
iktidar medyasına göre, batı bizi kıskanıyor.
Yine Muğla’da bir çiftçi kardeşim;
“40 derece sıcağın altında çalışıyoruz.
Elimize para kalmıyor.
Bittik, kurtarın bizi!” derken,
iktidardakiler, kendi yandaşını ihya etmenin peşinde koşuyor.
Bakın size, gencecik bir kardeşimizin isyanını aktarayım.
Kendisine söz verdim.
Diyor ki;
“Ben bu vatanın, ben bu milletin çocuğuyum.
Benim yaşımdakiler, yurt dışından geliyor, burada tatil yapıyor,
ben de onlara hizmet ediyorum.
Ben bu vatanın evladı değil miyim?
Türk Halkbilimi okuyorum.
Ülkeme hizmet etmek istiyorum.
Ama önüme taş koyuyorlar.
Kendi çevrelerindekilere 5 maaş veriyorlar,
bizi de ülkemizi terk etmeye zorluyorlar.”
Aynen böyle diyor.
Haklı mı?
Haklı.
Bugünü kaybettik.
Bu kafayla gidip, gençlerimizin sesine kulak vermezseniz, yarını da kaybedeceğiz.
Dava arkadaşlarım;
Bu arada, turizm cennetimiz Muğla’da, bu aralar herkesin eli yüreğinde.
Son olarak, Marmaris ve Dalaman’da çıkan orman yangınlarını biliyorsunuz.
Marmaris’te maalesef, bir de şehit verdik.
Herkesin eli yüreğinde dedim, çünkü, bu yangınlar ilginç.
Ben bunlara, “Akıllı yangınlar” diyorum.
Çünkü bu yangınlarda, daha önce Bodrum’da yaşadığımız gibi,
bir tesis için ne kadar alan gerekiyorsa, ne hikmetse sadece o kadarı yanıyor.
Yangın, ihtiyaç kadar alan yandıktan sonra, ya sönüyor, ya da söndürülüyor.
Şimdiden uyarıyorum;
Doğamız bizim için kutsaldır.
Marmaris’teki o alanın takipçisi olacağız.
Kimse boşuna heveslenmesin.
Yine Dalaman’da,
günlerdir zehir solutan yangınla ilgili soru işaretleri, henüz giderilmiş değil.
Ziyaretimiz sırasında, vatandaşlarımız yolumuza çıktı ve o yangının,
özel bir fabrikaya ait alanda, için için devam ettiğini,
ve günlerdir zehir soluduklarını söylediler.
Gerçekten biz de, o havayı soluduk.
İlgili Bakanları, ona buna laf yetiştireceklerine,
gidip Dalaman’daki o kesif dumanı solumaya ve vatandaşların taleplerini dinlemeye,
yani nadiren de olsa, işlerini yapmaya davet ediyorum.
Aziz Milletim;
Partimizin milletvekilleri ve yöneticileri, iki hafta üst üste, İstanbul sokaklarındaydı.
39 ilçede esnafımıza, emeklimize, işsiz gençlerimize kulak verdiler.
İstanbul, Türkiye’nin fotoğrafıdır.
İstanbul’daki bir tatlıcı kardeşimiz milletvekilimize diyor ki;
“Önceden en kötü şartlarda, 500 kilo satıyorduk.
Şimdi 70 kilo ancak satıyoruz.
Beş kişi çalışıyorduk, şimdi tek başımayım.”
Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi soyanların değil,
mağdur vatandaşının sesine kulak vermek zorundadır.
5 müteahhidin değil,
Beyoğlu’ndaki, tatlıcı kardeşimin derdiyle dertlenmek zorundadır.
Ama maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları,
kendilerini saraylara kapatıp, sefaya daldıkları için,
gerçeği görmüyor, milletimizin sesini duymuyorlar.
Biz ise, Türkiye’yi karış karış geziyoruz.
Helal ekmeğinin peşindeki vatandaşlarımıza kulak veriyoruz.
Buradan, Millet’in Evi Gazi Meclisimizden,
dertlerini, sorunlarını duyurmalarına imkan sağlıyoruz.
Siyasetin görevi de işte tam olarak budur.
O nedenle, her hafta olduğu gibi bu hafta da,
Milletin Kürsüsü’nde bir konuğumuz var.
16 aydır, işyerlerinden tek kuruş kazanamayan kantincileri temsilen,
Burhan Yıldırım Bey aramızda.
Buyurun Burhan Bey kardeşim, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.