Meralar meramımız oldu…
Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti, hayvancılıktaki durgunluğu aşmak için 28 Şubat 1998’de 4342 sayılı Mera Kanunu çıkardı.
Kanunun amacı; “Kadimden beri kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tespit, tahdit (sınırlarının belirlenmesi) ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılması, belirlenecek kurallara uygun bir şekilde kullandırılması, bakım ve ıslahının yapılarak verimliliklerinin artırılması ve sürdürülmesi, kullanımlarının sürekli olarak denetlenmesi, korunması ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesi” olarak açıklanmıştı.
31 Temmuz 1998’de de kanunun amacına uygun “Yönetmeliği” resmi gazetede yayınlandı. Biz de o zaman görevdeydik ve hakikaten de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki terörle ilgili boyutları bir tarafa, Tarım Bakanlığının taşra teşkilatları meraların korunması ve ıslahıyla ilgili nitelikli bir çaba içerisine girmişti.
Ancak AKP hükümeti “Ülke hayvancılığının gelişmesi için mera, yaylak ve kışlakların sürdürülebilir verimliliğinin sağlanması, korunması ve erozyonun önlenmesi büyük önen arz etmektedir” bahanesiyle, sanki bu konunun öncesi yokmuş gibi durduk yerde 2007 de bir genelge yayınladı.
O genelgenin kokusu ne yazık ki bugünlerde çıktı. Kimsenin ne yaptığını bilmediği AKP’nin, meralarla ilgili uygulamalarını da sosyal medyadan öğrenir olduk. Devletin, milletin değil salt iktidarın hizmetindeymiş gibi davranan valiler ve kaymakamlar, 2007/1 genelgesine dayanarak otlakiye parası toplamaya karar vermişler. Yani bitirmeye çalıştıkları hayvancılıktan geriye kalmışsa bir kırıntı, onun fermanını veriyorlar bugünlerde.
AKP iktidarının, Türkiye Cumhuriyetini nasıl da harabeye çevirdiğini en kestirmeden anlayabilmek için şu iki rakamı söylemek yeterlidir; “2003-2019 arasında 2.1 trilyon dolarlık ihracata karşılık 3.2 trilyon dolarlık ithalat yapılmış. Buradaki dış ticaret açığı olağanüstü kötü; tam 1 trilyon 100 milyar dolar! (Kaynak: İlhan Kesici)” Bu kâbustan, hayvancılık da payını almıştır. Ülkeyi topyekûn iflasa sürükledikten sonra, kefen parasına varana kadar hazineyi boşaltan bu müflis tüccar iktidar, poşet başına aldığı 25 kuruşlarla tamtakır kasaya bir şey koyamayacağını anlamış olmalı ki şimdi de kendisinden destek bekleyen hayvancılıkta, kimsenin aklına gelmeyecek bir şey olan otlakiye parasına göz dikti. Tıpkı, minareleri geçtik camileri çalmalarına kılıf hazırladıkları gibi!
Hayat iki katmanlıdır. Alt katman ekonomik hayattır, üst katmansa sosyal hayat. Tarımın ve tarıma dayalı sanayinin güçlü olduğu dünkü Türkiye’de halkın barış ve huzur içinde bir sosyal hayatı vardı. Bugünkü Türkiye’deyse tarım ve ona dayalı sanayi yok edildiği için o sosyal hayat da kendiliğinden çöküverdi.
Bir de her mesleğin veya ekonomik sektörün ürettiği özgün bir yaşam biçimi, bir kültür vardır. Türk milletinin kültüründe mera; yurttur, yurtluktur. Dolayısıyla hayvancılık sektörü de Karadeniz yaylalarında, İç Anadolu’nun bozkırında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, bir uçtan diğer uca Toroslarda, her renkteki etnik yapıda bin yıllara dayalı öyle güzel, öyle insani, öyle zengin kültürler doğurmuştur. Türk edebiyatı, şiiri, sineması, sanatı hep bu kültürden beslenmiştir. Türk milleti, doğadan geçinirken onunla uyum içinde yaşamayı kendisine en hayati ilke edinmiştir. Tıpkı Kızılderililer gibi; doğasız yapamayacağını çok iyi bilir.
Dünyada, ekonomik ve sosyal hayat, hayvancılık ve hayvanların beslenme alanı olan mera hâkimiyetiyle başladı. Hayvanlar evcilleştirildikten ve ekonomisi oluştuktan sonra bu kez bu ekonomiye dayalı demografik topluluklar oluşmaya başladı. Bu topluluklar arasındaki o vadi seninse bu yamaç benim, o dağ seninse bu ova benim, nehrin o yakası seninse bu yaka benim tartışma ve kavgalarının sonunda da derebeylikler, devletler, imparatorluklar kuruldu, yıkıldı. Mera paylaşımı veya paylaşamazlığı, tüm bu uzun sürecin sebepleri oldu.
Hayvancılığa dayalı ekonomik ve sosyal hayatta Türk kadını da en az erkeği kadar başroldedir. Atın üstündedir. Gece gündüz, dağ bayır fark etmez yollardadır. Hem çoban, hem sığırtmaç, hem sağımdadır. Annedir; bebeği hamakta o çapadadır. Onurlu bir emekçidir; izi tarlada, yüzü harmandadır. Halaydadır. Horondadır. Duadadır. Semahtadır. Zeybektedir. Kurtuluş Savaşında da sırtında balası, çıplak ayaklarıyla ayın altında kağnılarla yürümektedir.
AKP iktidarı ekonominin temeli olan tarımı, hayvancılığı yok etmekle kalmıyor, ona dayalı gelişen milli duyguyu, sosyal ve kültürel hayatı da bitirmeye çalışıyor. Kırsaldaki yurttaşları merasından, koyunundan, ineğinden ediyor. Kentlerin altyapısız varoşlarına sürüyor plansız, programsız, zamansız. Yoksulluğa mahkûm ettiği bu kitleleri, toplanan vergilerin devede kulak kısmıyla da iktidarının ve saltanatının siyasi malzemesi yapıyor.
O bahsi geçen Türk kadınının şehir hayatındaki rolü ne oldu derseniz, söyleyelim: O bin bir çiçekli Anadolu’nun bin bir kültürlü kadınının on sekiz yıllık zaman içinde bilgisi, ruhu, vicdanı, iradesi esir alındı ve sürüldüğü kentin geri kalmış diğer kadınlarıyla birlikte yoksullaştırıldı. Din simsarı vakıf ve cemaatlerin evine soktuğu her erzak paketi onu zehirleyerek iktidarın ötekileştirdiği insanlardan uzaklaştırdı, onlara karşı kindar kıldı. Bu kin ve yoksulluk onu ülkesinin tarihine, kültürüne, kurucusuna, yasalarına yabancılaştırdı, düşman etti.
O, fıtratı gereği bir ‘tam insan’ olmadığına inandırılmıştır artık. Hatta bir erkeğin dördüncü karısı olmayı kendine reva görecek kadar aşağılanmış, çaresiz ve muhtaç bırakılmıştır. Sahibinin mutlak hizmetçisi ve ona sadece çocuk yapandır. Sonunda iktidarın kitle ikna silahıyla kılığından huyuna, davranışından düşünüşüne; Türklüğünden ve Anadoluluğundan arındırılıp, beşeri erdem ve estetikten yoksun kılınmıştır. Bu zavallılığına rağmen o kendini her şeyi yapmaya muktedir zanneden, halinden memnun, hareminden memnun bir Emevi kadını olma mutluluğuna ermiştir.
Her köyün, kasabanın, şehrin tahdit edilmiş meraları mevcut olsa da meralar denizleri, dağları, ovaları, gölleri içine alacak kadar kapsayıcıdır. Bitkisel tarımın yapıldığı alanların, sanayi alanlarının, kentlerin ve ormanların dışında hemen her yer meradır. Mera varlığı hayvancılık için en büyük kaynaktır. Lakin iktidarın bu uygulaması, tıpkı tarımla ilgili kırsal alanların boşaltılması gibi meraların da insansızlaştırılmasına sebep olacaktır. Bu da deniz, göl, orman, yayla demeden memleketin tümden satılığa çıkarılmasının önünü açacaktır. Tabi bu bir ihanet olur, diyeceksiniz! Diyeceksiniz ama ya bunlar Türkiye’yi satmak için iktidara getirildilerse ne diyeceğiz? Peki, İstanbul gibi dünyanın kalbi olan kadim bir kente ihanet ettiklerini itiraf edenlerin, meralara dolayısıyla hayvancılığa ihanet etmeyeceğini nerden bilelim?
Hayvansal tarım bitkisel tarımdan önce insan hayatına girmiştir. Dolayısıyla bizdeki gibi bir coğrafyaya sahip ülkelerde, hayvancılığın tarımın içindeki yeri yüzde 60-70 olduğunda hem insan beslenmesi hem de ekonomiye katkısı bakımından ancak verimli bir tarımın yapıldığı söylenebilir.
Bunları düşünüp çözümler üretmek yerine meralarda otlatılacak büyükbaş hayvandan bu kadar, küçükbaştan da şu kadar para alalım dendiği zaman, kalan az sayıdaki hayvan yetiştiricisinin de ‘illallah’ ederek bu işi yapmaktan vazgeçmesi kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık, Türkiye’de hayvancılığın sonunun da kaçınılmazlığı olur.
Sayın yazar üç beş Bilgi kırıntısıyla epey saçmalamışsınız
Meralardan birisinin dördüncü karısı olmaya giden zırvalığınız ve diğerleri konuya son derece ideolojik yaklaştığınız içinizdeki kini yazıya sızdırmış
Meselenin teknik kısımlarına girerdim ama israf olur