Montesquieu’nun mirası… Ve ülkemiz… (II)
Montesquieu’nun, günümüze kadar demokrasiyi benimsemiş ülkelerde geçerliliğini sürdüren ”Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi; devletin, yasama, yürütme, yargı işlevinin birbirine karşı bağımsız organlar tarafından yürütülmesidir. Bu şekilde organların her biri diğerini frenleyecek ve tek başına hiçbir organ diğer mekanizmaları kontrol edemeyecektir.
Fren / denge mekanizmaları oluşturarak demokrasilerin sağlıklı ve güvenli bir şekilde yürütülebilmesi ”Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi ile sağlanır.
İktidar, yasama, yürütme ve yargı güçlerini tek başına elinde bulunduruyorsa o zaman ”Kuvvetler Birliği’ kuramı, yetkileri ayrı ve bağımsız organlara bırakıyorsa o zaman da ”Kuvvetler Ayrılığı” kuramı söz konusudur.
Montesquieu’nun, ”Kanunların Ruhu Üzerine” adlı kitabında, ülkelerin yönetim sistemleri ve toplumsal yapıları analiz edilmiştir.
18 yy.’da kaleme alınmış bu kitaptan, bana ilginç ve şaşırtıcı gelen bazı bölümler şöyledir;
”Hükümdar, hiçbir zaman ticaretle uğraşmamalı…”
”Bugün bir kimseyi mahkemeye çağırmak için evine gidilir; Romalılar’da ise böyle bir şey yapılmazdı. Onlarda mahkemeye çağırmak, bir çeşit şiddet kullanmak, adeta işkence etmek demekti; zamanımızda adi bir borçlanma suçundan ötürü bir kimseyi gidip evinden almak ne kadar imkansızsa, Romalılar’da da bir kimseyi mahkemeye çağırmak için evine gidip baskı yapmak o kadar imkansızdı.”
”Kanunların dili özlü olmalı… Kanunların dili arı olmalı… Kanun metninin her insanda aynı düşünceyi uyandırması temel ilkelerden biridir.”
”Şimdi bir devletin başında bulunanların çoğunun namussuz olması, aşağı tabakada olanların ise namuslu olması; birincilerin aldatan, kandıran olması, ikincilerin de aldatılandan başka bir şey olmamaya razı olması ülkede büyük çapta bir huzursuzluk meydana getirir.”
”Halk güvenip kaderini teslim ettiği kimselerin bizzat ahlaksızlıklarını gizlemeye çalıştıklarını, bu esnada da kendisini ahlaksızlığa sürüklemek istediklerini görünce umutsuzluğa düşer.”
”Yasama yetkisiyle uygulama ya da yürütme yetkisi aynı kişiye ya da aynı memurlar topluluğuna verilirse, ortada hürriyet diye bir şey kalmaz; çünkü aynı hükümdarın ya da aynı senatonun, şiddet kullanarak uygulamak için ağır kanunlar yapmasından korkulur.”
”Bu üç yetki, yani kanun yapma yetkisi, genel kararları uygulama yetkisi, suçları ya da vatandaşlar arasındaki anlaşmazlıkları yargılama yetkisi, aynı zamanda aynı kişinin ya da yüksek memurlardan, soylulardan, halktan oluşan aynı toplulukların elinde bulunsaydı, devlette her şey yıkılırdı.”
İktidar güçlerinin, ”Kuvvetler Ayrılığı” kavramına zarar verecek ölçüde yargı kararlarına karşı verdiği tepkiler sık sık görülmektedir. Lütfen düşünelim; iktidarın, güdümündeki yargı kurumları olaylara hangi pencereden bakar ve nasıl bağımsız karar verebilir. Anayasa Mahkemesi, AİHM ile diğer yargı kurumlarının kararlarını tanımamak ve uygulamamak gibi keyfi davranışlar çok tehlikelidir.
Güzel ülkemin en önemli sorunlarından birisi ”Kuvvetler Ayrılığı” ilkesine gerektiğince uyulmaması sebebiyle olumsuzlukların oluşmasıdır. Bu örnekleri şu şekilde ele alıp, analiz etmemize yardımcı olacaktır;
Anayasa Mahkemesi (AYM) 15 üyeden oluşur. AYM’nin, 12 üyesi partili Cumhurbaşkanı tarafından, 3 üyesi de TBMM tarafından atanmaktadır. Yeni sistemle birlikte yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasaya uygunluğunu denetlemek, AYM’nin görevleri arasına girdi. Partili Cumhur’un ve Adalet Bakanı’nın AYM’nin aldığı kararlara karşı gelmesi, kabul etmemeleri, kendi seçtikleri üye açısından düşünmeye değerdir.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) 13 üyeden oluşur. Kurulun Başkanı Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanı Yardımcısı, bu Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun diğer üyelerinin, 4’ ü Cumhurbaşkanınca, 7’si ise TBMM tarafından seçilir.
HSK Başkanı’nın Adalet Bakanı olması sebebiyle, bağımsız bir kurum olması gereken HSK’yı yürütmenin çıkarları doğrultusunda karar vermek zorunda bırakabilir. Adalet Bakanı ve yardımcısının elinde şekillenen HSK, yapısı itibariyle hakim ve savcılara baskı havası oluşturabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2020 raporuna göre, yıl içinde yapılan öncelikli başvurular listesinde Rusya, Türkiye ve Romanya’nın ilk sıralarda yer aldığı belirtilmiştir. Rapora göre AİHM, kurulduğu yıl olan 1959’dan günümüze kadar 23.406 dosyayı karara bağlamıştır. En az bir hak ihlali içeren 3.309 karar ile Türkiye ilk sırada, 2.724 karar ile Rusya ikinci, 1.857 karar ile İtalya da üçüncü sırada yer alıyor. Hakkında en fazla karar açıklanan devletler sırasıyla; Rusya (185), Türkiye (97), Ukrayna (86), Romanya (82) ve Azerbaycan (37) oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kapsam dışı bırakılarak Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ve genellikle gece yarıları ‘’torba kanun’’ adı altında çıkarılan kanunlar, demokrasi açısından çok sakıncalıdır.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Türkiye‘de faaliyet gösteren tüm radyo ve televizyonların yayınlarını denetleyen kamu kuruluşudur. Üyelerin seçimi, (TBMM) tarafından yapılır. Şu an itibariyle yönetimdeki 9 üyenin 6’sının hükümet yanlısı olması sebebiyle muhalif birçok yayın organına muhtelif cezalar (para, reklam vermeme ve kapatma, karartma) arka arkaya kesilmektedir.
12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra seçim barajı % 10 seviyesine yükseltilmiştir. Günümüzde, dünya ülkelerinde seçim barajı % 0 ila 5 arasında değişirken, bu oranın Türkiye’de çok yüksek olması, demokrasi bakımından sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu oran; Arnavutluk % 3, Bulgaristan % 4, Estonya % 5,Yunanistan % 3 İsrail % 3.25, Filipinler % 2, Rusya % 7, Ukrayna % 5, Kosova % 5, Moldova % 5, Lihtenştayn % 8 olarak uygulanmaktadır.
Seçime katılan partilerin üye seçiminde, ön seçime gitmemeleri ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Parti başkanlarının ve yönetimlerinin isteğine göre şekillenen kadrolar, demokrasi kültürü açısından da düşündürücüdür.
Devletimizin gücü ve kapsamı, kurumlar arasında sağlanan dengelerden geçmektedir.
Tarafsız olması gereken kurumların yapıları incelendiğinde maalesef yönetimdeki üye sayısı ağırlığının tamamen partili cumhur ve onun yönetimindeki meclisteki çoğunluğa sahip partisi tarafından oluşturulmaktadır. Muhalefetin söz sahibi olmadığı bu kurumların varlığı ve aldığı kararlar sorgulanmaktadır.
Günümüzde, anayasamız tartışmaya açılmakta, değişimi için yıllarca kamuoyunu oyalayıcı, gündem değiştirerek ülkemizin gerçek sorunlarına kafa yormamızı engelleyen yapay gündemler oluşturulmaktadır.
Ayrıştırma, ötekileştirme, adam kayırmacılık, torpil, liyakatsizlik sonucu oluşan güç zehirlenmeleri, çıkar ve menfaate dayalı kirli oluşumlar, siyasi vesayetin yayılmasını sağlamaktadır. Askeri ve siyasi vesayet tüm toplumlar için onarılamayacak yaralar açmaktadır. Askeri vesayet zihniyetine ne kadar karşı isek, elbette her türlü siyasi vesayete de karşı durmamız gerekmektedir.
Noam Chomsky’nin şu sözünü çok beğenirim: ”Demokrasi; içindeki insanların izleyici değil, oyuncu olduğu bir sistemdir.”
İzleyici değil, oyuncu olabilmemiz dileğiyle…
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…
Çok güzel bir yazı olmuş, umarım çok kişi okur 🙏🏻👌🏻👏🏻👏🏻💯
Levent’çiğim teşekkürler, selamlar….
Elinize sağlık. Yine harika bir yazı. Çok selamlar, saygılar…
İdris Kardeşim, selam olsun, teşekkürler…
Eline sağlık.,..
Eline emeginize sağlık.,..
Ali Bey, çok teşekkürler, saygılarımla….
Türkiyenin demokrasi fotoğrafını çekmişsiniz.Tebrik ederim.
Fevzi Beyciğim, maalesef hep kötü örnekler…. ama gerçekler…teşekkürler…
Seyirci değil, oyuncu olabilmemiz dileğiyle… Kendimizin ve çevremizin de oyuncu olmasını sağlayabiliriz inşaallah! Sağlıcakla kal… Selamlar!
Ahmet’çiğim selam olsun…
Oyuncu değil, üzerinde oyun oynananlarız şimdilik,
hukuk devleti bilinciyle, umarım değişir.
Yüreğine kalemine sağlık sevgili yazarım …
Raji Kardeim… evet her daim hukuk devleti bilinciyle….. selam olsun…
Çok dikkat çekici bir yazı olmuş. Okudum bi kez daha okudum. Gerçekler bilgi ile ortaya koyulur. Tebrik ediyorum. Kaleminize sağlık
Çok teşekkürler… Evet, çok doğru… teşekkürler…