Ömer’in Yolu, gidilecek yol değildir
Halife Ömer’e atfedilen “Dicle kenarındaki kayıp koyunun kendisinden sorulacağı” ile “Devletin işinde devletin mumunu, kendi işinde kendi mumunu yaktığı” hikayeleri, kendinden sonra devlet kurup iktidara yerleşmelerinin yolunu açtığı Emevilerin bir uydurmasıdır. Cahiliyenin vahşeti, ta o günden beri Arap kültür emperyalizminin Ömer’in adaleti sosu propagandasıyla sunulmaya devam ediyor.
Halife Ömer, Arapları üstün tutacak, diğer herkesi de aşağı görecek kadar ırkçıydı. Binlerce yıllık geçmişten gelen zorba, fetihçi, gaspçı, talancı cahiliye kültürünün yılmaz bir taraftarıydı. Bu kültürün İslam’a rağmen ve İslam’dan sonra da devam ettirilmesi ile peygamber’in cenazesinin üç gün ortada bırakılmasında en etkili rolü olan, üç yaşındaki kızını diri diri toprağa gömen, elli yaşın üstündeyken on yaşın altındaki kız çocuklarla evlenen bir kişilikti.
Ömer, bu yaptıklarıyla değil halife, Tanrı dahi olsa insanlara kabul ettirebileceği bir yolu, bir adaleti olamaz. Onun yolundan gidip onun adaletini uyguluyorum diyenleri görüyoruz: İhvan, Elkaide, Elnusra, Taliban, IŞİD, Nakşibendilik ile ondan türeyerek toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet eden ve Ömer’in adını ağızlarından düşürmeyen yüzlerce tarikat gibi örgütler Sünni cenahta, bunlarla aynı kafada ve bu kez Ali’nin adını dilinden düşürmeyenlerin önemli bir kısmı da Şii cenahta yer alıp, herkes İslam’ı kendi çıkarlarına göre yorumlayarak birbirlerine kan kusturdukları kadar dünyayı da bir kan gölüne dönüştürmüş durumdalar. Sonuçta her ikisinin yolu, Arap cahiliyesine ve emperyalizmin emellerine hizmet eden vekalet savaşçılığına çıkıyor. Bu edimlerine malzeme ettikleri İslam ve onun adaleti ise Peygamberle geldi, Peygamberle de gömüldü.
Osmanlı hanedanlığı dahi tabasını, kendisine mutlak surette itaat edecek kadar ilkel Arap kültürüne batırmakla sınırlı kalmış fakat hiçbir halifenin ismini çocuklarına koymamıştı. Genç Osman istisnası tartışmalı olup, imparatorluğun kurucusunun adı da Osman değil, öz Türkçe olan Odman veya Ataman’dır. Bunun sebebi, mezhep üzerinden ayrışarak birbirlerine diş bileyen Arap kültürünü ailesinden uzak tutmasıydı. Tabası da Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Muaviye, onun yolu bunun yolu deyip birbirlerini yemiş umurunda değildi tabi. İYİ Parti bunu bilmiyor mu?
Ayrıca otantik Gök Tanrıcı, Şamanizm ve Doğa inancı ile insanı merkezine alan kadim felsefi, düşünsel ve tasavvufi derinlikleri olan bir kültürden gelen ve nüfusun en az üçte birini oluşturan bir kesim var ülkede. Bu hanif kesim Kuran’ı hak bilip, Ehlibeyte aşırı saygılı olsa da bin iki yüz yıldır Müslümanlık kisvesi altında kendisine dayatılan Arap kültürünü kabul etmemektedir. Çocuklarına Arapça isim olarak, Haşimi veya Kureyşi de olsa Peygamber ve ailesiyle husumeti olmuş Arap’ların değil, sadece Peygamber ve onun aile bireylerinin adını koymaktadır. Bin iki yüz yıl süren tarihsel incinmişliklerinden ötürü, Ömer dahil Ehlibeyti incitmiş Araplara karşı hiçbir sempatileri de yoktur.
Yanı sıra Hıristiyan’ı, Yahudisi, ateisti, deisti, inanmak isteyeni istemeyeni var ülkede. Dolayısıyla Ömer’in yolu birleştirici değil ayrıştırıcıdır. Siyasi yelpazenin orta sağında kitle partisi olmak isteyen İYİ Parti, bunu da mı bilmiyor?
Görülüyor ki İYİ Parti de dini, dini sembolleri ve kişilikleri diline ve üslubuna malzeme etmeye başladı. Bu doğru bir yöntem olsaydı, daha önce bunu yaparak iktidar olan siyasi partiler ve bu siyasi partilerin iktidarlarına ortak olan tarikatlar, cemaatler, meşru veya gayri meşru dinci oluşumlar çoktan Türkiye’yi refaha ve esenliğe kavuşturmuştu. Oysa gelinen nokta, her alandaki bir tükenmişlikten ibaret! Bu sonucun nedeni, kendi çıkarlarını halkın ve ülkenin çıkarları üstünde tutmaları, dini, başta siyaset olmak üzere tüm dünyevi işlere karıştırmalarıdır.
Ne yani; yoksa İYİ Parti, AK Parti’nin döndüğü yola mı gitmek istiyor? Eğer onun gibi milliyetsiz milliyetçi, Atatürksüz vatansever ve Kuransız müslüman olunuyorsa varsın o da buyursun!
Türkiye, getirildiği bu zebun haline karşın hala ulusal yapısını koruyan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu değişmez ilkeleri anayasasının temeline koyan başka bir millet yoktur. Gönül ister ki hayatının temeline de oturtsun. Anadolu toprakları üzerindeki farklılıklar, dünyanın en çeşitli ve bir o kadar da renkli kültürleridir. Bu kültürlerin hiç birinde; gasp, talan, ganimet, cinayet, taciz, tecavüz, kadını aşağılamak, kul hakkı yemek yoktur. Bu durum, millet olmuş bir toplum için dünyanın en büyük zenginliğidir. Ancak Ömer ve benzerlerinin yolundan gidildiği sürece bu zenginlik her zaman kaybedilme riskiyle karşı karşıya olacaktır.
Türkiye’yi modern Türkiye yapan, onu dünyanın en saygın ülkelerinden biri kılan nedenlerin başında, laiklik gelmektedir. Laiklik, insanlık tarihi boyunca elde edilen hak ve hürriyetlerin korunmasını garanti eden en temel etkendir. Malum, insanı insanlaştıran düşüncenin ilk eseri selamlaşmadır: İnsan ne olduğunu bilmez ve içgüdüleriyle hareket ederken, birbirini gördüğünde saldırıya geçip birbirini öldürürken, birbirini yerken, gün geldi düşünce bir devrim yaptı ve ‘Selam’ dediğimiz eylemi yarattı. O devrimden sonra insan insanla karşılaştığında “Benden sana zarar gelmez” anlamına gelen ve önce vücut diliyle sonra diller oluşunca da sözle ifade edilen selam girdi, insan hayatına.
Laiklik, insanlaşma sürecindeki son devrimdir: Dil, din, kılık kıyafet, değer yargısı, gelenek görenek, cinsel tercih, yaşam biçimi ne olursa olsun, selamda olduğu gibi hiç kimsenin farklılıklarından dolayı birbirini aşağılamayacağı, ötekileştirmeyeceği, kendi farklılığını diğerlerinden üstün tutmayacağı, kimseye kabullenmeye zorlamayacağı; insan olmanın gereği, herkesin farklılıklara saygılı olacağı gerçeğidir. Laiklik, aynı zamanda bu gerçeği yasal güvenceye alıp onun korunacağının da garantisidir. Yani laiklik, bir hukuki müeyyidesi bulunan ve adaletten önce herkese lazım olan bir erdemdir. İşte, Ömer’in yolu ile laik insanların yolu, en başta bu nedenle ayrışmaktadır. Herhangi bir zamanda herhangi bir noktada buluşmasına da imkan ve ihtimal yoktur.
Kültürlenme ile birlikte işleyen insanlaşma süreci, dünyanın her yerinde devam ediyor. Temeli kültür olduğu için Türkiye Cumhuriyeti de bu sürecin bir parçasıdır. Bizler, Türkiye Cumhuriyetinin “Türk Milleti” şeklinde vücut bulmuş bireyleriyiz. Bir bütünsellik içinde, dünyadaki gelişmiş uygarlığa ulaşmayı hedefine koymuş bu ülkenin özgür ve eşit yurttaşlarıyız. Dolayısıyla bizim yolumuz birdir ve o da insanı insan yapan aklın yoludur. Bu yolu bize gösteren rehberin adı ise bilimdir.
Ömer’in yolu gibi bir söylemle yollar ille de kişilerin şahsında sembolleştirilecekse eğer, o halde bizim yolumuz da; birbirinden farklı kültürlere ve inançlara sahip insanların, sevseler de sevmeseler de dünyadaki herkesin saygınlığını, hayranlığını kazanan; insanlık idealinin aziz ve mümtaz siması Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.