Ordunun depremle imtihanı
Türü ne olursa olsun afetlerde ilk müdahale eden gücün, bütün dünyadaki gibi bizde de ordu olduğu gerçeği AKP iktidarına kadar geçerliydi. Ancak AKP iktidarında yaşanan afetlerde, özellikle de son depremlerle birlikte bu gerçeğin tersyüz edildiği görüldü.
Kahramanmaraş depremlerinde ordunun üç günden de fazla sürede sahada olmayışı kamuoyunda en çok konuşulan ve tartışılan konulardan biriydi. Sebebininse ‘cumhurbaşkanından talimat almadığı’ şeklindeki açıklamalardı.
Eskide ordular, imparator, kral, han, sultan, şah ve padişahların ait oldukları kılana, topluma hükmetmelerinin veya egemenlik alanlarını genişletmelerinin aracıydılar. Şimdiyse monarşik, otokratik olanlar hariç tüm demokratik ülkelerin güvenliklerinin teminatı olan güç konumundadırlar. Görev ve yetkileri kanunla belirlenmiş olup hiçbir kimseye, zümreye değil salt ve doğrudan ülkelerinin anayasasına bağlıdırlar.
Türkiye’de de öyleydi. Hatta yaklaşık iki bin beş yüz yıllık gelenekten gelmesi onu dünyanın en deneyimli ve güçlü ordularından biri de yapmıştı. Cesaret, ahlak, milli duygu ve düşünüşüyle “Türk Askeri” dendiğinde dünyada akan sular dururdu. Peygamber Ocağı denmesinden ötürü bir adı “Mehmetçik”ti. Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı olması, DNA’sına işlediği akıl ve kurmay zekâsından ötürü bir adı da “Atatürk’ün Askeri”ydi. Her Türk erkeğinin askerlik yapmakla mükellef olması, ordunun Türk Milletinin bağrından çıktığının karşılığıydı. Salgın hastalıktan yangına, sel baskınından depreme her alanda ve her koşulda müdahale etme becerisine sahip olduğundan, küçük büyük tüm felaketlerde ilk dakikadan itibaren milletimiz askeri yanı başında görürdü.
Hatay, Adıyaman, Maraş ve Malatya’da deprem enkazının altında kalan insanlar, en az üç gün boyunca “Kurtarın bizi” diye feryat ediyordu. Ancak zamanında el uzatılmayınca iktidar kaynaklarına göre elli bin, toplama çıkarma yapabilen bütün kaynaklara göre ise yüz binlerce can kaybının olduğu bir deprem yaşandı. Oysa bilim insanları, deprem olur olmaz, on beş dakika bilemedin yarım saat içinde havadan yapılan bir uygulama ile depremden öncesi ve sonrası haritalandırıldığında, hasarın hangi noktada ve ölçüde olduğunun tespit edilebildiğini, bunu yapan araç ve donanımın da hem orduda hem de diğer ilgili kurumlarda bulunduğunu söylüyorlar.
Madem böyle, neden ordu birkaç saat içinde helikopterlerle, uçaklarla her ilde hazır bekleyen kurtarma ekiplerini teçhizatlarıyla enkazların başına indirmedi? Neden kendi iş makinelerini, termal kameralara varana kadar elindeki gelişmiş teknolojileri ve uzmanlarını sahaya taşımadı? Neden savaş deneyimi olan sağlık personelini, destek birimlerini sahra hastaneleri ve mutfaklarıyla anında bölgede ikame etmedi? Milli Savunma Bakanı, “İlgili birimlerimiz saat yedi buçukta Esenboğa ve İstanbul havaalanında hazır bekliyordu” dedi fakat neden harekete geçmediklerine dair bir açıklamada bulunmadı. Evet, Osmanlı donanması da Haliç’te hazır ve nazır beklemekteydi. Ancak Akdeniz, içindeki bütün adalarla birlikte bir Osmanlı gölü olmaktan çıkmış, topraklarının üçte ikisi kaybedilmiş, donanma da çürümüştü. Çünkü padişah Abdülhamit’in talimatı beklenirken otuz yıl geçmişti.
Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlığında “Deprem Tugayları”nın oluşturulduğu konuşuluyor. “Peki, o tugaylara ne oldu?” sorusu haklılık kazanmış olmuyor mu? Demokrat Parti yöneticilerinden İlay Aksoy, hasar tespiti için ilk hava aracının 41. saatte, köylere yardım götüren ilk helikopterinse 84. saatte havalandığını; Reyhanlı’da sınırın 3 ve 8 km ötesinde elinde çok sayıda dozer, kepçe, vinç vb her türlü iş ve kurtarma aracı bulunan ordunun, enkaz altındakiler öldükten sonra binlerce km ötedeki Edirne ve Kıbrıs’tan asker ve teçhizat getirttiğini açıkladı. Bu nasıl iş? Millet enkaz altında can verirken, milletin ordusu milletinin imdadına yetişmek için kimden talimat bekleyebilir?
Milli Savunma Bakanının, kamuoyunun baskısı sonucu yaptığı “Irak’ı, Suriye’yi nasıl boş bırakabiliriz” mealindeki açıklaması da kendi başarısızlığını örtmeye yönelik bir algı yaratma çabası. Sanki iktidar Suriye iç savaşında taraf olduğundan beri, ordunun gözü önünde, Suriye ile aramızdaki sınır boyunda güvenliğimizi tehdit eden iki terör devletçiği oluşmamış gibi! Sanki genelkurmay başkanı ve milli savunma bakanıyken Suriye, Irak, İran’la sınırımız kevgire dönmemiş gibi!
Tanrım! Türk ordusu bu hale mi gelecekti! 2013’te, iktidarını sürdürme karşılığında başlattıkları ve çözüm süreci adını verdikleri ihanet programı döneminde, askerin, elini kolunu sallayarak önünden geçen teröristleri kışlasından seyretmekle yetindiği yazılıp çiziliyordu basında. Bugün aynı iktidar döneminde, yüzyılın değil bin yılın deprem felaketinde, yıkılan on ilde, enkaz altında feryatlar yükselirken, bir koşumluk mesafedeki kışlalarında askerlerin neden yardıma gelmediklerine bir anlam veremediklerini haykırdı depremzedeler. Bu yaşananlar karşısında, “Orduyu al, Irak’a gir” diyen Turgut Özal’a, anında istifasını sunan Necip Torumtay’ı hatırlamamak mümkün mü?
Bu kadar mı? Meczup görünümlü Amerikan ajanı bir şarlatanın işaretiyle ordunun en seçkin komuta kademesi terörist ilan edilip Ergenekon kumpasıyla içeri tıkılmadı mı? Aynı yöntemlerle uygulana gelen kumpaslar bugün emekli amirallere dahi uzanmış durumda. Ve dinin asla sokulmaması gerektiği kışlaların tarikatlar arasında paylaşılmaya çalışıldığına, üniformalarının üzerine mensup oldukları tarikatın paçavralarını geçiren üst rütbeli subayların tarikat evlerinde poz vermelerine, korgeneral rütbesindekilerin NATO toplantılarında çay kahve boşlarını toplamalarına tanık oluyoruz.
Kendilerinden helallik istenen depremzedeler, dört günden sonra gelenleri affeder mi bilemeyiz ama millet ve tarih asla affetmeyecektir.
- Önder Gümüş/13 Mart 2023