Osmanlı’dan günümüze İslamcılık…
Osmanlı çok dinli, çok kültürlü, çok milletli bir imparatorluktu. Fransız devrimi ile ulus devlet fikrinin doğması ile tüm dünyada imparatorluklar çökmüş, milli devletler doğmuştur. Osmanlı aydınları ise imparatorluğun çöküşünü önlemek için fikirler geliştirdiler. Yusuf Akçura’nın Üç Tarzı Siyaset diye teorik olarak sunduğu çözümler Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük diye üç kategoride değerlendirmiştir. Osmanlıcılık tüm halklara eşit vatandaşlık verilerek, halkın millete bağlılığının artacağı, böylece yıkılmanın önüne geçilebileceği düşünülmüştü.
Mithat Paşa reform diye Yunan ve Bulgar gibi gayri-Türk unsurlara ana dilde eğitim vermesi ile bölünmenin derinleştiğini gören Abdülhamit, hemen bunu yasaklamış, ortak dil olan Türk dilinde eğitime önem vermiş, ‘devletin resmi dili Türkçedir’ diyerek dile önem vermiştir. Fakat çoklu hukuk uygulaması eşit vatandaşlığın sözde kalmasına ayrışmanın derinleşmesine hizmet etmiştir.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman’ın ayrı mahkemelere sahip olması, ortak milli kimlik oluşmasını engellemiş, ayrışmayı daha derinleştirmiştir. Fransızlar bunu Yahudi gettolarına ayrı hukuk azınlıkların ayrı mahkemesi olmasına karşı çıkmış, ‘kanun önünde eşitlik ilkesi herkesi kapsar, hukuk birliği milli devletin inşasının temelidir’ diye reddetmişlerdir. Her vatandaşa dini ve cemaatinin grup taleplerini ret, bireysel hukukuna eşit muamele için hukuk, dine göre ayrımı engellemek için laik hukuk benimsenmiştir. Osmanlı bunu başaramadığı için ayrılmayı önleyemedi. Kapitülasyonlar sonrası cinayet işleyen yabancı ülke vatandaşları dahi yargılanamamıştır.
İslamcılık ise ikinci çözümdü, aydınların önerdiği. Çünkü ‘Müslüman olmayan milletler ayrıldı, bari Müslüman tabayı bir arada tutalım da devlet parçalanmasın’ diye düşünüldü. Fakat Arnavut ve Arap isyanı ile onlar da ayrıldı. Din faktörü bölünmeyi engelleyemedi. Ulus bağımsızlığı fikri ağır basmış, kendi kaderini tayin hakkı fikrine uyup ayrıldılar. Hatta cihat ilanına, halifenin sözüne uyulmadığı gibi din kardeşlerinin güçsüzlüğünü fırsat bilip sömürgecilerle anlaşıp ihanet etmişlerdir.
Cihan Harbi ile Osmanlı yıkılması, anavatanın işgal edilmesi üzerine milletin kendi mukadderatına sahip çıkıp, aslına dönerek asli cevheri olan Türklüğe tutunmaktan başka çare kalmamıştır. Yeni devlet saltanatının kalkıp, milli hâkimiyet esaslı cumhuriyet olarak kurulmuştur. Eşit vatandaşlık ve yurttaşlık gelmiş, devleti kuran tüm millete Türk milleti denilmiş, tek hukuk ve eğitimde birlik ile milli devlet kurulmuştur.
Osmanlı döneminde İslamcılığın doğuşu ile sömürge olarak kalmış daha sonra geç bağımsızlığını kazanan Uzakdoğu ve Ortadoğu’da farklı seyir izlemiştir. 19. yüzyılda Türk dünyasında Kazanlı Şahabettin Mercani, Osmanlı’da Cevdet Paşa, Namık Kemal, Arap dünyasında Muhammed Abduh gibi aydınlar imparatorluğu kurtarmak için İslamcılığı savunmuşlardır. Mevdudi, Seyyid Kutup gibi İslami düşünürler, sömürgecilere karşı istiklallerini ve tam bağımsızlıklarını kazanmak için dini, siyasi ideoloji haline getirmişlerdir. Ama sömürgeciliğe karşı dini motivasyon unsuru olarak gören İslamcılık, siyasete de yön vermiştir. Çünkü reaksiyon, ezilmişlik ve sömürülmenin getirdiği biriken nefret ve kinle birleşen din, çok büyük motivasyondu ama aynı zamanda yıkıcı olmuştur.
Sönmez Kutlu hocamızın Mısırlı felsefeci, Sosyolog Hasan Hanefi ile İslami hareketler üzerine söyleşisinden alıntı yaparak Arap düşünür gözünden İslamcılığı tahlil edelim.
Sömürgecilik, Afgânî’den itibaren İslamî Diriliş Hareketi’nin ortaya çıkmasında ve özgürlükçü millî hareketlerin kurulmasında etkili oldu. Abdülhamid b. Badis, el-Beşir el-İbrahimî, Allal el-Fasî, et-Tahir b. Aşûr, el-Kevâkibî, es-Senûsî, el-Mehdî, Muhammed İkbal’in de durumu aynıdır. Millî devletler, 1950’li ve 60’lı yıllarda güçlendiğinde, sömürgeciler onları zayıf düşürmek için bazen bu İslamî olguyu teşvik etmeye başladılar.
Çünkü bu İslamî olgu, Hilafet’in düşmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra yaşanan sömürgecilik dolayısıyla İslam ümmetçiliğini savunuyor ve devletlerin millî sınırlarını tanımıyordu.
Bezen sömürgecilik, içerde, millî muhalefetten kurtulmak için kendisiyle işbirliği yapacak örgütleri ve 1970’li yıllarda Sedat’ın Mısır’da yaptığı gibi, bazı İslamî Cemaatleri teşvik etmek suretiyle rol oynadı. Enver Sedat, Nasırcıları bertaraf etmek için Müslüman Kardeşleri (İhvânü’l-Müslimîn) destekledi. Aynı şekilde, İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne muhalefet için Hamas örgütünün ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Şu anda sömürgecilik, milliyetçi yönetimleri korkutmak ve liberal ekonomi ve pazar ekonomisine inanmaları dolayısıyla onları bir alternatif olarak ileri sürmeye çalışmaktadır.