Özden…
‘Biz kırık yerin çocuklarıyız’ derdi büyüklerimiz.
Evlek evlektir bizim oralar.
Hayatı da öyledir; kırık yerin çocuklarının.
Biliriz: Düşünce bir sonraki evleğe; kırılır, dökülürüz ama ayağa kalkarız.
Çünkü çocukken başlarız düşmeye.
Yine biliriz ki; düştüğümüz yer evlek değilse, kurtuluşumuz yoktur artık.
Dereye kadar yuvarlanır, parçalarımız. Bir kısmı hiç kalmaz bile.
İşte böyle bir yerin çocuğu idi Özden.
Çok düştü kalktı evleklere.
Alışmıştı düşüp kalkmaya.
***
Onun için hayat, ilkokul bahçesinde küt inerek başlamıştı.
Bahçeye gerdikleri ‘ip’in üstünden yamalı top ile küt inmek onlar için voleybol oynamaktı.
Bir görevi daha vardı: % 45 eğimli patikada düşmeden, atlaya zıplaya sabahın köründe gelip Engin’i almak ve aynı yoldan okula götürmek.
Her gün iki dal odun ile beraber.
Benim ki de dahil çantaları sırtına vurur, elinde odun dalları ile okula götürürdü.
Gerçi hiç sormadım; küçük olduğum için okula yandan gittiğimi bilip bilmediğini.
İyi ki sormamışım.
Götürmezdi.
Çünkü onun için yan yol yoktu.
O ‘ip’in dibinde bekleyen ‘kütor’du.
Pası kimin verdiği, servisi kimin attığı önemli değildi onun için.
Direk sonuç önemliydi: Küt (smaç) inecek, topu karşı oyuncunun kafasına nişanlayacaktı.
***
Zaman geçtikçe karşı oyuncu sertleşmeye başlamıştı.
Fena halde hırpalıyordu onu.
***
Müthiş zekâsına rağmen okumadı, okutulmadı, okuyamadı.
O da o zekâyı başka yerlerde kullandı.
Önce masaları, sonra mekânları en sonunda da gönülleri fethetti.
Baba ocağını yeniden şenlendirdi.
Ne gördüyse babasından onu yaptı.
Yol üzerine bir koltuk koydu.
Ocakta çay ve kahvesi hazırdı, tıpkı Kahveci konağında olduğu gibi.
Gerçi artık kül ve köz yoktu.
Daha kolaydı işi.
Gelen geçene, selam verene, karnı aç olana sofrası da ‘çay’ı da hazırdı.
Tam da istediği şeydi aslında bu.
Durulmuş, dinlenmiş artık özüne dönme zamanı gelmişti.
Evleklerden (teras-arazi terası) düşmek, kalkmak bile zor geliyordu artık kendisine.
Bilmediği bir şey vardı: Yaşam denen oyuncu müthiş bir pas almıştı ve küt inmeye hazırlanıyordu.
Üstelik bu defa tek başına idi.
Sağında solunda, Manas’ın Şinasi’si de, Bahadır’ı da yoktu.
Babasının ve amcalarının mirası gelip ciğerine yapışmıştı.
‘Kanser’di.
Genç yaşta yakalanmıştı.
***
Sordum: ‘Korkuyor musun’ diye, kızdı; ‘ben korkmam’ dedi.
Bak dikkat et, güçlü dur, motivasyonunu yüksek tut, emanetsin amcamdan dedim.
***
Çok ağlamış; soranlara ‘ne dediğini demem’ demiş.
***
Evet korkmamıştı.
Kendine bir yatacak yer ayarlamış, makine ile açtırmış, yol üzerinde Ceviz dibi benim demişti.
Geri kalan aile yanıma dizilsin dercesine.
Ve korkmadan gitti.
59 yaşında, ayın 15’inde, Perşembe günü.
Yattığı yeri emanet ederek.
Güle güle Özden KAHVECİ.
Güle güle abi.
Abim.
Allah Rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun Başınız sağolsun.
Hayat devrem. Kimilerine oldukça çömert, kimilerine oldukça hoşgörülü, kimilerine ise intikam alırcasına merhametsiz…..