Roma’nın çöküşünün sebepleri…
Roma’nın çöküşünden herkesin ibret alması gerekir. Cermen kavimleri, bundan tam iki bin yıl önce Arminius olarak da bilinen Cermen lideri Hermann’ın öncülüğünde, Romalı komutan Varus önderliğindeki Romalı istilacılara karşı bir ayaklanma başlattı. Tarihe Varus Savaşı olarak geçen savaşta Roma ordusunu büyük bir yenilgiye uğratan Cermenler… Teutoburger Ormanları’nda meydana gelen savaş tam üç gün sürdü. Romalılar’ın, Cermenlerin lideri Hermann’a karşı verdiği savaşta binlerce Roma askeri hayatını kaybetti. Gördüğü manzaraya dayanamayan Romalı komutan Varus, askerlerinin cesetleri arasında intihar etti. “Vahşi barbarlar” olarak adlandırılan Cermenler, imkânsızı başarmıştı.
Germen ismi bir ırkın veya milletin adı değil. Roma lideri kendine sorun teşkil eden bu kuzey halklarını Ren nehri temel alarak tarifliyor. Roma İmparatoru Sezar’a dayanıyor. Sezar, Ren Nehri’nin sol tarafında kalan kavimleri Keltler, sağ tarafında kalan kavimleri ise Cermenler şeklinde isimlendirmişti.
Kabileler arasında bir birlik olmadığı için Roma bundan çok faydalandı, işgalini devam ettirebildi. Cermen kavimleri arasında katı bir siyasi yapı yoktu. Birbirini takip eden bu kavimler, Romalılara da bölgedeki köyleri etki alanına alma konusunda zorluk çıkarıyordu. Yol üstündeki beş köy, Romalıların kontrolüne girmeyi kabul etse bile 10 kilometre ilerideki başka bir köy tamamen farklı bir görüşteydi. Yani bundan iki bin yıl önce her Cermen köyü özerkti. Köyler arasında ne mal takası, ne de yazılı bir bilgi alışverişi yapılıyordu. Aralarında sürekli bir savaş hâkimdi. Bu nedenle, Hermann’ın kendi kavmine komşu olan bütün kavimleri birleştirerek Romalı istilacılara karşı bir ayaklanma başlatmış olması, bugün bile hayret uyandırıyor.
Roma vergi istiyor, vergisini ödemeyenin erkek çocuklarını Roma’ya götürüyor onları barbarlar dedikleri halkına, öz anne babasına düşman olarak yetiştiriyor. Hermann bir köyün reisinin oğlu, o da esir alınıp Roma’ya götürülüyor. Adı Arminius olarak değiştiriliyor. Bir barbarın yükselebileceği en yüksek rütbe olan atlı asker süvari subaylığına kadar terfi ediyor. Roma’ya başkaldıran tüm halklara karşı acımasız güç kullanıyor, kılıçtan geçiriyor, yakıp yıkıyor. Bir gün Roma’nın bu vahşeti kendi halkına uygulaması için onu görevlendireceğini hissediyor. Beraber küçük yaşta esir alınıp asker yapılan kardeşi, sadık Roma askeri oluyor ve barbarlardan medeni olmayan vahşiler olarak görüyor. Ama Armenius; babasını, ailesini ve köyünü unutmuyor. Roma onu Germenya’da garnizona barbarlara karşı savaşması için ünlü komutan Varus’un yönettiği garnizona tayin ediyor. Varus; katı, sert ve vahşi biri… Ona Germen olduğunu hatırlatıyor, vergi toplama işini ona veriyor. Kendi halkı onu içlerinden çıkan hain olarak görüyor, önce nefret edip ona karşı saldırıyorlar. İleri gelen kişilerle önce görüşüyor, onların güvenini sağlıyor. İleri gelen reislerden birinin kızını da alarak birliği sağlamaya çalışıyor. Aynı zamanda Roma ordusunda süvari olarak askeri görevini de yapıyor. Roma içeriden satın aldığı Germen köylüleriyle onun hain olduğunu öğreniyor, yanına asker veriliyor kontrol için. Generali orman ve bataklık olan yere çekmek için barbarlara sahte saldırılar yaptırarak orman dışından her yer tehlikeli inancını oluşturuyor. Generali tuzağa çekiyor ve ikna ediyor. Barbarlara tuzak kurmak için hazırlıyor, silah eğitimi veriyor. Son gün barbarların safına geçip onların lideri oluyor, beraberindeki gözcüyü öldürüp at üstünde Varus’a gönderiyor. Savaşı Germenler kazanır, Roma ordusu kıyımdan geçirilir, Varus intihar eder.
Bir ülke ancak içeriden yıkılabilir.
Askeri yabancı unsur olabilir ama subay asla yabancı olmamalı dersini çıkartıyorum. Kurmay düzeyinde ve muharip subay olarak milli unsurdan olması gerektiğini Balkan Harbi ve kanal harekatında biz yaşayarak gördük.
Denizi olmayan Alman generalin Çanakkale savunma stratejisi, kaybımızın artmasına sebep vermişti. Alman general yerine Halil Paşa’nın getirilmesi Kut zaferini kazandırmıştır. Filistin cephesinde ve Salmanı Pak’ta Arapların bizi satışını diğer Osmanlı askerlerinin can derdine düşmesi, sadece Türk olanların canla başla savaştıklarını hatıralardan okuduk. Hüseyin Nihal Atsız, ‘Komutan kurmay Türk olmalıdır. Balkan savaşlarında İşkodra, Makedonya ve Selanik’in tek kurşun atmadan teslim olmaları sırasında komutanların tamamı Arnavut paşalardı. Edirne’de tüm imkânsızlıklara rağmen direnen, savaşan Şükrü Paşa, Türk olduğu için savaşmıştır’ der.
Roma’nın elbette askerinin, esirlerden farklı kavimlerden, paralı askerlerden oluşmuş olması askeri sebep. Diğer bir sebep; çok uluslu yapıların milli devlet olmadan bölünmeye parçalanmaya mahkûm olduğunu gösteriyor. Ortak tarih, dil, tarih, kültür ve ortak gelecek iradesi olan millet ruhu olanların ancak varlığını sürdürebileceğini müşahede ediyoruz. Bunu İstiklal Marşı’nın yazarı, milli şairimiz çok güzel ifade etmiş 1920 yılında… Akif, ‘Milletler, topla tüfekle, zırhlı ile ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Ancak aralarındaki rabıtalar (bağlar) çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi menfaatini temin etme kaygısına düştüğü zaman yıkılır’ demiştir.
Çok kültürlü, çok etnik yapılı yapı kadar dünya vatandaşlığı denilen kozmopolit yapı da tehlikelidir. Durmuş Hocaoğlu, gündemimize soktuğu ‘’bizi içten çürüten, bir hastalık olan kozmopilitizmdir’’ diyerek şunları söylüyor:
‘’Merkezî idâre çok zayıflamakta. Roma, kuzeyinden gelen ve Romalılar tarafından “barbar” olarak anılan kavimlerin tecavüz ve taarruzlarının darbeleri altında sarsılmaktadır. Roma’nın bu ahvali iki farklı yoruma yol açmıştır: Hâlâ eski Roma dininin devam ettiricilerine göre, Roma’nın bu feci akıbeti, Hıristiyanlığın yüzündendir; eski tanrılar, kendilerini terk eden Romalıları terk etmekte, onları zillete dûçâr etmektedirler. Hıristiyanlara göre ise putperest zamanında Hıristiyanlara çok zulmetmiş olan Roma, şimdi ilâhî bir cezaya çarptırılmaktadır. Filhakîka, uzun asırlar boyunca dehşet verici zulümlere mâruz kalan Hıristiyan Romalılar, kendilerine inançları yüzünden eziyet ve işkence eden Roma devleti ile olan gönül bağlarını koparmışlardır; onlar için Roma, sıcak bir yuva, uğruna can verilebilecek bir “vatan” değildir. Bu da, Hıristiyanlar arasında “vatanseverlik” kavramının değersizleşmesi neticesini hâsıl etmiştir ki, buradan da “Kozmopolitizm” (Yeryüzü Vatandaşlığı doktrini) çıkmıştır. İnançlarına dokunmayan her ülkeyi, her devleti ve her toprağı aynı derecede değerli kabul eden; sâdece aynı dine inanmayı yeterli görüp, bunun dışında başka ortak yaşama unsuru aramayan; dolayısıyla da belirli bir ülkeyi, devleti ve toprağı diğerlerine göre daha değerli ve daha üstün addetmek demek olan “vatanseverlik” yerine, bütün dünyayı eşdeğerde kabul ve kendisini de belirli bir ülkenin değil, tüm dünyanın vatandaşı (kozmopolitan) telâkki eden ve ilk defa Antik Yunan’da Stoacılar tarafından savunulan Kozmopolitanizm, “vatan” için dövüşmeyi ve malını ve canını vermeyi reddetmeyi de zaruri hâle getirmektedir. Nitekim bu fikrin te’sîri iledir ki, Hıristiyan Romalılar, Roma’nın savunması için ciddî bir gayret sarf etmemişlerdir.’’ (Durmuş Hocaoğlu)