Sermayesi, sevgiyle ilmeklenmiş rehin kilimdi…
Selam tüm okuyuculara, bir ülkenin hakiki gelişimi için çırpınan tüm yüreklere…
***
Çevremizde görüştüğümüz, sohbet ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz çok arkadaşımız vardır. Ama bazıları farklıdır içlerinde… Onlarla konuştuğumuzda sohbet zoraki değildir. Konu konuyu açar, saatlerce konuşuruz ama bir daha görüştüğümüzde yine tonlarca birikir anlatacaklarımız, cümleler beraber kurulur ama nokta asla koyulmaz. Kimi zamansa susarak dinleriz, gördüğümüzde gözlerindeki hüzünden, sessizliğindeki sesten dilini yormaya kıyamayız, anlarız çünkü yüreğinden geçenleri. İşte tüm bunlar ayırır onu diğerlerinden, hayatımızın nadide parçaları, dostlarımız…
Ara sıra bir araya geldiğim bir dostumla geçenlerde yine beraberdik. Onunla rutinimizdir nedense, ne zaman görüşsek konuşmaya başlamadan önce gülmeye başlarız. Komik olan bir şey yoktur aslında, içimizi ısıtan mutluluktan başka… Bugün de öyle oldu, önce gülmeye başladık sonra halhatır faslına geçebildik. Görüşmediğimiz zamanlardaki keyifli olayları anlatmaya başladık önce, her zamanki gibi. Çünkü birbirimizin mutluluğu her zaman içimizi aydınlatır. Mesele çocuklara geldi tabii sonrasında yeni jenerasyondaki eğitimdeki aksaklıklar bizim ve sistemin hataları vs…
Sonra arkadaşım biraz duraksadı; ”Çağla, aklıma geçmişten bir şey geldi” dedi. Dedim ya artık anlatmadan hüznümüzü bile anlarız diye… O an anlamıştım, geçmişte dile getiremediği hüznü şimdi anlatmaya hazır olduğunu… Aslen Malatyalı olan dostum bir an yıllar öncesine gitti ve ben de onunla…
”Ortaokulu bitirdiğim yıl” diye söze başladı. ”Tapu kadastro Lisesi açılmıştı. Sınavlarına girmiştim. Çünkü köyde yaşıyorduk ve babamın da maddi durumu çok iyi sayılmazdı. Haaa yiğitlik dersen üstüne yoktu, saygınlığı da o civarda çoktu” diye devam etti.
”Ama ben bu liseye girebilirsem bitirdikten hemen sonra memur olma ve aileme yardım etme şansım vardı. Sınava girdim, fena geçmedi. Sonuçları bekliyorum. Şu ayın şu günü belli olacak dendi. Köydeyim ve o güne kadar heyecandan içim içime sığmıyor. Birkaç günde bir köye tozu dumana katarak bir araç gelir, herkes onu bekler. Postası olan siparişi olan vs. Nihayet o gün geldi çattı. Amcamın evi köyün en yüksek tepesinde, damından hiç kıpırdamadan saatlerce orda aracın gelmesini bekliyorum. Sanırım 5-6 saat beklemişimdir. Sonra uzaklardan bir toz bulutu gördüm. Aracın gelmesini bekleyemeden ben ona doğru koşmaya başladım. Nefes nefeseyim, nihayet orta yolda buluştuk. Amca zarfı bana verdiğinde ellerim titriyor. Açtım ‘kazandınız’ yazıyor. Sevinçten oraya buraya koşuyorum. Annem, babam, kardeşlerimle kucaklaşıyorum. Komşular tebrik ediyor. Bir ara benden yaşça büyük kuzenim geldi, o da tebrik etti. Benden zarfı istedi puanıma bakmak için. O da ne! Yüzüme baktı “kazanmadınız” yazıyor dedi.. Yok artık, ne diyorsun dedim. Çektim elinden zarfı, baktım sonra bir daha, bir daha… Evet kazanmamıştım. Yanlış okumuştum heyecandan demek ki… O üzüntüyle zarfı yırttım yırtılacak parçası kalmayana kadar ve hemen yanımdaki harmana doğru fırlattım. O an en çok neye üzüldüm biliyor musun?” dedi. ”Sınavı kaybettiğime değil, aileme bir şeyler yapma şansımı kaybettiğime… Annem anlamıştı içimden geçenleri, sarıldı bana. Canın sağolsun, kurban olayım sana derken daha çok canım yanmıştı sanki. Koşmaya başladım, köyün ta dışına, nefesim kesilinceye kadar… Hem ağlıyordum, hem bir şeylere isyan ediyordum. Büyük bir tepe vardır köyümüzün dışında, orda büyük bir kayanın üstünde oturdum, akşam olana kadar… Akşam oldu, biraz sakinleşmiştim. Kayanın üzerine uzandım. Yıldızlar çok yakındır orada, seyretmeye başladım onları, o an yıldızlar bile bana bu kadar yakınken, hayallerim benden bu kadar uzak olamaz dedim. Evet vazgeçmeyeceğim, mutlaka hayallerimi gerçekleştireceğim dedim. Sanki öncesinden daha kararlı, daha bir cesaret gelmişti bana. O yıl liseye devam etmeye karar verdim ama köyde lise yoktu. Babam bu konuda çok destek oldu, aslında tüm ailem… O dönem Malatya’da herkesin giremediği, sayısal ağırlıklı bir lise vardı. Amcam da müdürünü tanıyormuş. Aldı götürdü beni oraya. Yeğenime güveniyorum, bir babalık yap bu liseye al, dedi müdüre. Sonuçta kaydım yapıldı. Ama kimsem yok Malatya’da… Derme çatma bir baraka kiraladık. Tek göz bir yer, tuvaleti dışarda, banyosu bile yok. Kışın buz gibi. Arada gidip 1-2 kilo kömür alabilirsem yakabiliyorum sobayı. Alamıyorsam yorganın altında ders çalışıyorum. Ama en çok tren garına gidiyorum. Sıcak oluyordu çünkü, ders çalışırken ellerim uyuşmuyordu. Özellikle hafta sonları hep oraya giderdim okul olmadığı için… Bir köşede deli gibi ders çalışırdım, çalışmalıydım, kaybedecek vaktim yoktu çünkü. Lise sonda daha da zorladım kendimi, dersaneye gidecek param yoktu çünkü, kendim halletmeliydim. Bu kez ailemin arkamda duruşlarını boşa çıkarmamalıydım. Köy yerinde bir insan, bir iş gücüdür ve onlar okumam için bu kaybı düşünmemişlerdi bile… Sınav zamanı gelmişti. O dönem sadece birkaç şehirde olurdu sınav. İstanbul’da girecektim ben de. Parasızlıktan annemin yıllarını verip dokuduğu muhteşem bir halı vardı. Düşünsene 30 metrekare bir halı… Bana ‘parayı dert etme’ dedi ve halıyı rehine verdi. Aldığı parayla ben İstanbul’a sınava gittim.
Yine ‘falanca gün falanca saatte sonuçlar belli olacak’ dendi. O gün ben yine yerimde duramıyorum. Yine amcamın damındayım, güneş doğduğundan beri bekliyorum orda… Saat 17.00 gibi uzaktan tozu dumana katan bir kamyon geliyor, ben yine kamyona doğru koşuyorum. Ama bu kez 10 zarf var. Köyde sınava giren topu topu on kişi… Abim aldı zarfları, tek tek açıp okuyor… Kazanmadınız, kazanmadınız… Benim kalbim fırlayacak gibi, saatler geçti gibi… Nihayet benim sonucumu okudu; İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandınız…
Hiçbir şey söyleyemedim. Kağıdı aldığım gibi bu kez dağlara değil, o sırada ekmek yapan annemin yanına koştum.
Annem benim heyecanlı halimi görünce:
‘Ne oldu oğul’ diye sordu.
‘Ana karşında doktor oğlun var’ dedim. Anam sacda ekmek yapıyor o sırada. ‘Ne dedin’ diye bir daha sordu. ‘Ana kazandım, doktor oluyorum’ diye tekrarladım. Anamın şaşkınlıktan sacda eli yanıyor ama fark etmiyor bile. Elini öperken kabarmış elini gördüğümde o hala farkında değildi, o kadar çok sevinmişti ki… Boynuma sarıldı. ‘Şükür kurban, hayatın kurtuldu’ dedi. Evet “hayatın kurtuldu“ demişti. “Hayatımız” dememişti. O çok sevdiği yılların emeği halısını benim için rehine verirken de sadece benim hayatımı düşünmüştü. Hatta birkaç ay sonra parayı denkleştirip rehinden halıyı almaya gittiğimizde de ve işgüzar rehincinin halıyı sattım deyip üç kuruşla bizi geri gönderdiğinde de…”
Arkadaşım yıllardır mesleğini hakkıyla yerine getiriyor. Hastalarına karşı çok merhametli, duyarlı ve mesleğine aşık biri. Çünkü o geçmişine sahip çıkan ve bu günlerini o günlere borçlu olduğunu hiç unutmamış, annesinin “hayatın kurtuldu” sözünden, babasının onu okutmak için şartlarını zorladığından ve rehincinin vermediği en değerli sermayeleri, kilimi hiç unutmamış, hala gözleri yaşararak anlatan biri… O, Hayati ismi kulağına fısıldandığından beri hayatı her şeyiyle kucaklayan muhteşem bir insan…
Peki düşünüyorum da şimdi, ‘biz nerede yanlış yapıyoruz’ diye… Çocuklarımız başarısız olduklarında samimi olarak, canın sağolsun söylemine inandıramadığımız mı sebep? Yoksa üstüne sevgimizle tek sahip olduğumuz kilimi rehine vererek, sana güveniyorum mesajını verememek mi? Yok haklısınız, aslında varımızı yoğumuzu veriyoruz, hatta bazen kredi çekip borçlanıyoruz bile onlar için…
Belki de bunları verirken güveni pazarlık haline getirdiğimizden mi acaba çocuklarımızla tüm yaşadığımız bu kaos? Ve belki de bu pazarlık mıdır onların teşekkür ve minnet duymadan yaptıklarımızı zorunluluk görmeleri.
Neticede bir alışveriş meselesiyse sevgi-güven madem, samimiyet de aramak zor gibi sanki…
Muhteşem okurken yaşattınız o anı gözlerimden hissetim akan yaşları tşk iyiki varsınız arkadaşım ÇAĞLA hanım yazınızdan onur duydum hisler ve yaşananlar bu kadar mı gerçekçi kelimelere yansıtılır.tekrar tekrar teşekkür ederim
Asıl ben teşekkür ediyorum arkadaşım… sen o kadar güzel yaşayarak anlattın ki, bana nacizane sadece duyduklarımı yazıya dökmek kaldı… iyikide varsın🙏