Sessiz istila
TÜRKİYE’NİN ARAPLAŞMA YÜZYILI (8)
SESSİZ İSTİLA
Büyük Ortadoğu Projesinin ülkeleri bölme yöntemlerinden birisi de demografik dengeleri değiştirmektir. Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi ülkeler silah zoruyla istila edilerek parçalandı. Ama Türkiye’de sessiz bir istila uygulanıyor sanki. İpini koparan Türkiye’de soluğu alıyor.
Arap Baharıyla (Aslında Arap Cehennemi) Türkiye Ortadoğu, Afrika ve Asya’nın yakışıklı abisi olacaktı. Neo Osmanlıcılar bunun adını “Stratejik derinlik” koydu. Bütün Osmanlıcılar Arap hayranı. Yavuz’dan beri. O da çetelesini tutmadığı binlerce trolü Arap coğrafyasından toplayıp İstanbul’a getirmişti. Memlekette okuryazarlık hak getire; Arapça okuma yazma bilen troller payitahtta şeyhülislam veya paşa hazretleri, alfabeyi şöyle böyle sökmüş olanlar da Anadolu şehirlerinde kadı ya da kâtip efendi oluverdi.
Farslaşmış devleti Araplaştırmakla işe koyuldular. Kültürel değerlerini toplumsal hayata soktular. Onlar ve onların soyundan gelenler beş yüz yıllık sürede Türkleştiler mi? Türkler gibi çiftçi, çoban, zanaatkâr oldular mı? Yoksa tarikatlarda efendi hazretleri, devlette üst düzey yönetici, piyasada tüccar mı oldular? Nasılsa ayrıcalıklıydılar. Türkler mi? Onlar etrakı biidrak! Hep köylü kaldılar. Bir tek savaşlarda hatırlandılar. O yüzden kemikleri yabancı topraklarda, kendileri aziz hatıralarda kaldı.
O günden beri din dışı olduğu halde din diye Türklerin hayatına sokulanlar gelenekten sayıldı. Onu kabullenenlere, bugüne taşıyanlara da muhafazakar dendi. Peki, muhafaza edilen ne? Türklerin binlerce yılda Orta Asya bozkırlarında, Mezopotamya ovalarında, Anadolu steplerinde özümledikleri erdemler mi? Yoksa bugün dahi yerli ve milli denilerek hayatın merkezine alınan Arap yaşam biçimi mi?
İktidarın “Hamdolsun her şeyimiz tamam, bir tek kültürel iktidarımızı kuramadık, onu da kuracağız inşallah” demelerinin altında yatan fikir tam da bu olsa gerek. Yüzlerce içi boş gecekondu üniversitesi kuruldu. Eski saygın üniversitelere, intihalle profesör olanlar rektör yapıldı. Şimdi en kolay şey üniversite mezunu ve akademisyen olmak. Oysa ağacın üstünde doğup büyüdüğü halde budama kursunu bitirmiş çiftçilere biz bu kadar kolay budamacı sertifikası vermiyorduk!
Milletin malı olan, tüm halkın gezip görme hakkına sahip olduğu ancak ekonomik çaresizliğinden gidemediği tarihi, kültürel mekanlar bu kolaycı aydın ve akademisyenlerin kullanımına verilmiş. İçi dışı Arap tarzına uygun dizayn edilen bu mekanlarda, sözde tarih, felsefe, edebiyat, sanat, kültür programları adıyla Arap propagandası yapılmakta. Tamamı defalarca televizyon ekranlarından halka pompalanmakta. Her ne kadar Türk-İslam kavramını dillerinden düşürmeseler de konuların akışı içinde Türk’ü yolda bırakıp eninde sonunda konuyu İslam’a oradan da Gazali gibilerin nakilciliğindeki Arap ritüellerine bağlayarak noktalıyorlar. Türk halkı, Medine Vesikasından başka bir belgesi bulunmayan Arap tarihini kendi geçmişi bilsin diye!
Osmanlının kurucusunu bütün dünya Ataman bilirken (belki de Odman’dı) bunlar o Karakeçili kahraman şaman Türk’e Osman adını takıp Araplaştırmayı becerdiler. Elinde kutsal kitap, Arap kılığıyla Bursa Fomara Meydanına heykelini bile diktiler. Neyse ki bu yanlışın farkındaki Bursalılar Halil İnalcık Hoca’yı durumdan haberdar edince, bu kez Alp görünümüyle meydandaki yerini aldı. Ama adı Osman kaldı! Uzun zamandır varlığı yokluğu tartışmalı Eyüp Sultan’la Fatih’i, şimdi Ahlat yazlık sarayı ile de Alparslan’ı Araplaştırmanın peşindeler. Modernizme karşı olduklarından laik, demokratik Cumhuriyetin, geçmişiyle bağını bir anda ve bıçakla kestiğini iddia etmekteler. Ama Cumhuriyetin yüz elli yıllık Osmanlı aydınlanmasının bir sonucu olduğunu, Etileri, Sümerleri, on bin yıllık yurdu olan Ön Asya’nın tarihini miras olarak devraldığını görmezden geliyorlar. Belki de gerçek İslam’ı kabul edip Araplaşmayı reddettiği için Cumhuriyete ve onun kurucu lideri Atatürk’e bu kadar karşılar!
Bu mürekkep ehli muhteremler, Türk tarihine İslam tarihi diyorlar. İslam da Arapların tekelinde olduğundan Türklerin tarihteki her başarısını veya kahramanlığını Arapların hanesine yazıyorlar. Böylece salt buradan bilgilenen yurttaşlarımız Araplara hak ettiklerinden fazla sempati besliyor, onlara benzemeye, onlar gibi yaşamaya başlıyor. Bundan daha vahim bir asimilasyon olur mu?
Arap kültürünün bu topraklara yerleştirilmesiyle ‘ya bu kültürü kabul edeceksin ya da terk edeceksin’ fikrinin pratikteki organizasyonu da yapılmış gibi. Ülkemize büyük yararları olacak ‘nitelikli her bir insanımızın’ gitmesiyle, yerine, fayda yerine zararı olacak ‘bin niteliksiz kişi’ getiriliyor. Ne hikmetse her gelen, geldiği ülkenin şeriatından kaçtığını söylüyor fakat geldikten sonra da Türkiye’de şeriat istiyor. Bize benzemeyi, bizim lisanımızla konuşmayı reddediyor, bizi kendilerine benzetmeye başlıyorlar. Çetelesi tutulmadığından kim geldi, kaç milyon kişi geldi bilinmiyor. Tamamı ya Arap ya da Araplaşmış ülkelerden getiriliyor. Yaptıkları şey yemek, içmek ve yüz yıl geçmeden Türklerden fazla nüfusa ulaşacak kadar çoğalmak!
Bir gün, bir de bakacağız ki topraklarımızın sahibi biz değiliz. En fazla “Bir zamanlar bizim sevgili yurdumuzdu” diyeceğimiz bu ülkede onların tarlalarında maraba, fabrikalarında işçi, dükkânlarında kalfa, başında bulundukları devlet kurumlarının destek hizmetlerinde personel olabileceğiz. Onlara kapıları ardına kadar açanlarsa belki onlar gibi olabileceklerdir!
Osmanlının sonunu getiren etkenlerden biri de aşırı borç ve kapitülasyonların sebep olduğu ekonomik çöküntüydü. Bugünkü döviz kuruna göre Osmanlının dış borcu beş yüz milyar dolara çıkmıştı. Ne tesadüf ki AKP iktidarının yaptığı bugünkü dış borç da beş yüz milyar dolar. Osmanlının borcunu Cumhuriyet hükümetleri son kuruşuna kadar ödedi. AKP’liler şimdiden İngiltere, Amerika gibi ülkelerde hatta uzayda kendilerine yer yurt yapmışken, halk da sefalet içindeyken, kimsesizlerin kimsesi bir cumhuriyeti de yokken, bu beş yüz milyar dolar dış borcu kim nasıl ödeyecek?
İnsanı düşündüren, sonra da endişelendiren şey Türk halkı açken, işsizken, eğitim, sağlık hizmeti alamazken, adaletten yoksunken, can ve mal güvenliği yokken iktidarın sığınmacıları bütün bu haklardan yeterince ve ücretsiz yararlandırması, onlara her türlü ekonomik ayrıcalığı sağlaması! İyi de iktidar bu yaptıklarının karşılığında ne bekliyor acaba?
Dünyadaki uyuşturucu rotasının Türkiye’ye kayması nasıl açıklanabilir? Eşzamanlı olarak uyuşturucu baronlarının da Türkiye’yi kendilerine mesken seçmeleri! Türk yargısını kendi emellerine alet etmeleri! Türk insanının uyuşturucu kullanmadaki yaş ortalamasının dokuza inmesi!
Birilerine yaranmak gibi bir derdi olmayan tüm ekonomistler Türkiye’nin iflasta olduğunu söyleyebiliyor. İthalat ihracatı katlamış vaziyette. Beş yüz milyar dolar dış borç var. Dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip. Parası dünyanın en değersizi. Kamudaki israf akıl almaz boyutlarda. En stratejik sektör olan tarım bitik durumda. Dış borçlanma dünyanın en yüksek faiziyle mümkün olabiliyor. Kredibilitesi sıfır, dünyada kimse borç para vermek istemiyor. Ama birkaç yıl öncesine kadar üstenci bakışla had bildirilen Araplardan şimdi swap ile günü kurtarmaya yönelik para talep ediliyor. Karşılığında da ülke ekonomisinin kaleleri seç beğen Araplara teslim!
Bir memleket düşünün ki içeriden ve dışarıdan talan edilmekte, halkı yoksul, yorgun ve bitkin, içeride muhalefetinin dışarıda iktidarının sözünün ağırlığı yok, o memleket her türlü istilaya açık olmaz mı?
- Önder Gümüş/17 Şubat 2024
Son