Sevgi ve Sermaye
Yaklaşık 15 yıldır diyorum; “Sevgi ve sermaye çiftçinin ilacıdır.” diye.
Hatta bunu “Çift S” diye sloganlaştırdığım bile oldu.
Süreç içerisinde bu söylemi çok beğenen de oldu, söylemi argoya bağlayan da.
Aslında bu söylem o kadar çok şey anlatıyordu ki!
Bana göre bütün her şey ve bütün anlam bunun içinde idi.
Anlayan ve anlamak isteyen için.
***
Sevgi; soyut, kültürel, birikimsel, sosyal ve sonuçları itibarıyla, o insanın içinde bulunduğu habitusla ilgilidir. Kişinin içinde bulunduğu toplum, aile, okul, kültür, ekonomi, siyaset ve ideoloji ile ilişkili, onu yetiştiren, sosyalleştiren “alan” onun habitusudur. Yani kişinin duygu, tutum ve davranışlarını onun sosyalleştiği toplumsal çerçeve belirler.
Habitus ise “sosyal bir alanda” gelişen kişi, grup ve toplumların davranışlarını etkileyen belirleyen bir sosyal, ekonomik, kültürel, sembolik normlar, kurallar, gelenek ve göreneklerin oluşturduğu bir bütündür. Bu bütünün parçaları ayrılmazdır ve davranışın kaynağıdır. İşte bu davranış tarzı ise o kişi, kurum, grup ve toplum için bir fikir, bir düşünce, bir yaklaşım tarzı doğurur. İşte bu fikir alanı ise ideolojik alandır ve her bir değerin ideolojisi olur. Çünkü ideoloji, kavram olarak sadece siyaset alanına ait bir kavram değildir. Yani ideoloji düşünsel bir kavramdır ve sosyal ve siyasal alana aittir. Siyasal alana yansıması ise bir konu, değer, nitelik üzerinde bir düşünsel davranış tarzının gelişmesi ile ilgilidir ve bunun sonunda, ideoloji artık ideolojik olma aşamasına geçmiştir.
Sözün özü sizin habitusunuz, sosyalleşme ve eğitim aşamasındaki toplam düşünsel altyapınız, sizi bir sevgi-sevme alanına yönlendirirse/yönlendirmişse siz büyük olasılıkla o alanı sevme davranışı içinde olacaksınız ve ideolojinizi de ona göre yapılandıracaksınız. Ve bu ideolojiyi savunan tarafta, ideolojik bir davranış tarzına, sahiplenme ve savunma duygusuna sahip olacaksınız.
İşte benim derdim de budur.
Bu dert nedeniyle, siyasal alanda, tarafım. Çiftçiden, tarımdan yana, onun lehine tarafım. Bundan dolayı çiftçi için bu siyasal alanın önemini anlatmaya çalışıyorum.
Sanayi devrimi sonrası endüstriyel toplum için sevilecek şey toprak olmaktan çıkmış, para-meta olmaya başlamıştır. Para ise ekonomik sermayedir ya da onun aracıdır. İdeolojik anlamda, ekonomi-politikten baktığımızda, para ve sermayenin ideolojisi kapitalizmdir. Kâr maksimizasyonu esastır. Kaynakların dağılımında adalet değil, piyasa belirleyicidir. Ekonomik ideolojisi liberalizm; “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışıdır. Son 200 yıldır bu anlayış hâkimdir. Bu anlayış doğal faktörlerden en fazla etkilenen sektör olarak olan tarım sektörüne /de her nasıl olursa olsun kâr maksimizasyonu açısından bakmaktadır. Oysa tarım sektörü bu yarış için gerek, doğal koşullara bağlılığı, gerek, konulan sermayenin geri dönüş zamanı ve gerekse de, konulan sermayenin kârlılığı gibi üç önemli etken nedeniyle uygun bir sektör değildir. Bu nedenle dünyanın her yerinde tarım sektörü dış finansman desteklerine ihtiyaç duyar ve bunu genellikle kamu otoritesi sağlar. İşte tam da bu noktada kamusal alanın ideolojisi devreye girer. Ve kamu iradesi tarıma hangi ideoloji ya da ekonomi-politik noktadan bakıyorsa sektöre verilen sermaye desteği o ölçüde olur/değişir. Burada devrede olan siyasi iradedir ve olaya kendi siyasal alanından bakmaktadır.
Başa dönersek sevginin sermayeyi nasıl etkilediğini felsefi bir bakışla çözümlemiş/anlamış oluruz.
Buradan başka bir gerçeğe ulaşmış oluruz ki; bu gerçeklik, çiftçinin sadece içe dönük bir sevgi anlayışının yanı sıra, dışa dönük bir sevgi habitusu yaratmak zorunda olmasıdır.
Sevgi alanı siyasal alandan gelip siyaset alanında da varlık göstermeli ve siyaset alanının kendisi için yeterli sermayeyi ve gerekli adil kaynak dağılımını oluşturmasını sağlamalıdır.
İşte ben tam da bunu demek, anlatmak istiyorum.
Çünkü “sevgi ve sermaye ise çiftçinin ve tarım sektörünün ilacı olacaktır”.
Ne dersiniz?
Sevgi bütün kapıların anahtarı dolayısıyla iyi bir tesbit