‘Sevgi’nin sakıncalı durumları!
Selam tüm okuyuculara,kin ve nefretten uzak,samimi sevgiyle çarpan tüm güzel kalplere…
***
Bugün 14 Şubat…
yani…
yani işte sevgililer günü…
yani…
yani günlerce ‘ne hediye alsam’ diye düşünülen, ‘nasıl bir program yapsam da sevgilimi memnun edebilsem’ kaygısını, telaşını yaşayan çoğu insanı (nedense özellikle erkekleri) düşüncelere boğan sevgililer günü…
yani genelde kadınların “bakalım nasıl kutlayacak” diye sabırsızlıkla beklediği, “acaba gülün yanına bir yüzükte iliştirir mi” diye tahminlerde bulunduğu sevgililer günü… ha tabi bu sadece sevgililer için değil evli çiftler için de alakalı bir gün.
Ve tabi ki gayet doğal.
Evlenince çok da ayrı bir boyuta geçilmemeli. Zaten sevgili kalabildikçe evlilik de zevkli bir hal alabilir bana göre…
Ama burda da, bazı zeki erkeklerin kelime cambazlığı ortaya çıkar; ”ama sen benim sevgilim değilsin ki karımsın” yani? Yani öyle işte…
Al sana sevgililer gününün gelmişine geçmişine sayarak geçirilmesine sebep, en tehlikeli cümlelerinden…
Şaka bir yana aslında sevgililer gününün tarihçesine baktığımızda evlilikle çokça alakalı olduğunu görürüz…
Sevgililer günü 3. yüzyılda Aziz Valentine’nin gizlice kıydığı nikahlara dayanıyor. MS 3. yüzyılda Roma İmparatoru Claudius II, ordusunu güçlendirmek için genç erkeklerin evlenmesini yasaklamıştır. Rivayete göre bu yasağa karşı gelen Aziz Valentine, gizli nikahlar düzenleyerek gençleri evlendirmeye devam etmiştir.
İhanetin karşılığını canıyla ödeyen Aziz Valentine MS 270 yılında 14 Şubat’ta idam edilmiştir. Bu nedenle her yıl 14 Şubat’ta sevgililer günü kutlanmaktadır.
Kökeni, Roma Katolik Kilisesi’nin inanışına dayanan bu gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda “Aziz Valentin Günü” (İngilizce: St. Valentine’s Day) olarak bilinir. Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında da kullanılır.
Şimdi kalkıp aramızdan birileri belki şöyle diyecektir; “ya bizimle alakası yok, gavur icadı…”
Ve daha bir çok şey…
Ben de diyorum ki ne kıyımları, ne insanların acılarını, ne haksızlıkları kutluyoruz da sadece kökeni “sev” ve “sevgi” olan bugün mü absürt geliyor bize…
Benim bu konudaki tek eleştirim; kapitalizmin iyi niyetle ilan edilen bugünü zıvanadan çıkarması…
Hediye fiyatlarına göre sevginin ölçülmesi, onunla bununla sevginin rekabetine girilmesi… Yoksa, keşke bugünü herkes kutlasa, hatta bayraklar asılsa, resmî bayram ilan edilse… Siyasiler, bürokratlar, sivil toplum temsilcileri, patronlar, akademisyenler sevgiyle ilgili paneller verse, konferanslar düzenlese, meydanlarda halka, “sevgililer gününüzü kutluyoruz, birbirimizi sevelim, incitmeyelim” söylemleri en yüksek volümle ilan edilse güzel olmaz mıydı? Kin, nefret, ötekileştirme sözleriyle bunalan insanların içine su serpilmez miydi? Öteki dediklerimize daha sıcak bakıp “biz” olmaz mıydık? Ama o zaman da taraf diye bir kavram olmazdı. Sevgi tek yürek olmak, birbiri için iyi olanı istemek ve o doğrultuda seçim yapmaktır. Ama bu tür savsatalar(!) da tehlikelidir bazen. Düşünsenize herkes birbirine sevgiyle, anlayışla, empatiyle yaklaşsa neler olur: Öncelikle zengin fakire yardım eder, fakirlik büyük ölçüde ortadan kalkar. Haksızlık yapmaya kıyamassın, çünkü içindeki merhamet insana sevgiden gelir. E haksızlık yapmassan ne olur; ihale alamazsın, ehil olmadığın bir işte tutunamazsın, mazlumun önüne geçemezsin, hakkıyla vergi ödemek zorunda kalırsın, eğitim falan boş şeyler zaten, bir de o gürûhun gerisinde kalmak var. Kadına saygı göstermek zorunda kalırsın, çocuğa gerekli önemi vermek zorunda kalırsın üstelik bundan şımaran çocuk büyüdüğünde bir de daha güzel bir dünya, daha özgür bir dünya bilincine erişir ki; off bu en tehlikelisi…
Yani ‘sevgi’ diyoruz ama onun da sayamayacağımız kadar sıkıntıları var.
Erich Fromm‘un sevgi üzerine tespiti çok güzel ve yol göstericidir:
”Haset, kıskançlık, hırs, her çeşit açlık, bunların tümü tutkudur. Sevme ise zorlama olmadan, sadece özgür olunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir.”
Evet sevmek özgür olmayı gerektirirken, hırs ve kinden faydalanan bir çok insan için “sevgi” ve sevmeyi teşvik etmek,ciddi bir risk taşır.
Eğer ruhumuzun özgürlüğüyse amacımız, eğer şu kısa yaşam hikayemizde mutlu olmaksa niyetimiz ve sevilmekse; önce sevmekle başlamalıyız bu yolculuğa… Umutsuz değilim, asla olmayalım da her şeye rağmen;
Eğer kalbimiz varsa seviyoruz, sevebiliriz demektir; Dağları, taşları, denizleri, ormanları, çölleri, bitkileri, ağaçları, çiçekleri, hayvanları, börtü böcek ne varsa tüm tabiatı, bebekleri, çocukları, arkadaşlarını, dostlarını, anneni, babanı, kardeşini, eşini, sevgilini, çocuklarını…
Güzele, iyiye dair canlı cansız ne varsa sevip, sevgimizi özgürce ifade edelim. Kinimizi, nefretimizi ifade etmekten daha zor değil ve daha kötü hiç değil…
Nice sevgi dolu günlere…
***
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
Bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…
Can YÜCEL
Çok güzel bir yazı olmuş Çağla hanım elinize sağlık..
Teşekkür ediyorum. Sevgiyle kalın…
“Güzele, iyiye dair canlı cansız ne varsa sevip, sevgimizi özgürce ifade edelim. Kinimizi, nefretimizi ifade etmekten daha zor değil ve daha kötü hiç değil…” çok güzel bir deyiş…keşke yaşam felsefemiz bu olmalı..