Su şehri; Bursa

Su şehri; Bursa
09.01.2020
A+
A-

Yaşamın kaynağı, tarihte var olmanın şartı SU…

Suyun etrafında oluşan yerleşim alanları zamanla kendi medeniyetlerini oluşturmuşlar ve buralardan köklü kültürler ortaya çıkmıştır.

İnsanların dillerine de, kültürlerine de, inançlarına da yansımış en saygın kelimeler; suyu tanımlamak için kullanılmıştır.

Tarih boyunca su kutsal sayılmıs, sadece temel bir ihtiyaç değil, maddi ve manevi  temizlik sembolü, sesinin dinginliği ile ruhları tedavi eden bir sağlık unsuru, insanın hatta canlının olduğu her yerde hayatın kendisi olmuştur.

Su kutsal sayılmış, canlılara su vermek; hizmet ve hayır kabul edilmiştir. Hatta suyun bir çeşmeden daimi akışı ile hayır işleminin sürekli olacağı  inancı her köşede bir çeşme hayratı yapılmasına sebep olmuştur. Türk devletlerinde hüküm süren hemen hemen her sultan, sadrazam, üst yönetici sosyal yaşantı ve mimaride önemli değere sahip çeşmeler yaptırmıştır.

Bursamız; su şehriydi… 1960-1970’li yıllarda Bursalılar, İstanbul’a gittiğinde hayıflanırlardı; “nasıl bir şehir, su bile parayla!” diye.

Su gurmesiydi bu şehrin insanları. Her yerimiz çeşmeydi. Suyun para ile alınmasına anlam veremezdi Bursalılar…

Çok iyi anımsadığım Fransız pik çeşmeler vardı. 70-80 cm yüksekliğinde,  siyah, üzerinde çiçek desenleri olan çeşmeler nasıl da güzeldiler. Cumhuriyetin ilk yıllarında içme suyu şebekesi yenilenirken Fransız Pont Amousson firmasından 150 adet getirilen üstte bir butonu olan, basılınca suyu akan çeşmeler. 1980’li yılların başına kadar tek tük var olan ve ne yazık ki günümüzde yok olan o siyah minik çeşmeler.

Mahallelerimizde Kartacalı Animal’in yaptırdığı söylenen künk şebekesiyle evden eve akan Pınarbaşı suyu, Uludağ’a çıkarken adım başı gördüğümüz kaynaklar ve mahalle çeşmeleri birer birer anı oldular.

Mahalle çeşmeleri günümüzdeki sosyal medya platformları gibiydi.  Akşam üstü evin genç kızları, delikanlıları çeşme başına gelir;  tanışmalar, arkadaşlıklar, sevdalar, evlilik hayalleri, yaşam bu çeşmelerin başında kurulurdu.

Ellerinde bakır güğümlere aktıkça soğuyan suyu doldurur, soğuk su güğümün yüzeyinde binlerce su damlası bırakırdı. Kim bilir ne hayaller, ne anılar saklardı o damlalar?

Suyumuz, sanayileşmenin paralelinde başlayan göçlerle yetmez oldu…

1990’lı yıllarda ise İstanbullular, her gün onlarca tanker ile gelip suyumuzu alarak İstanbul’da su istasyonlarında satmışlardı.

Uludağ’ın pınarlarından süzülüp gelen suyumuz yetmeyince kuyular açıldı , o enfes tadı bozuldu suyumuzun…

Suyumuz öylesine özeldi ki; Nuri Erbak’ın, Gümüşçeken’de kurduğu ilk gazoz imalathanesinde gazoz imal etmek için kullandığı suyu, imalathane daha sonra İnönü Caddesi’ne taşınınca özel bir hatla yeni fabrikasına taşıdığı söylenirdi.

197’li0 yılların sonu, 80’li yılların başından sonra ne suyumuzun tadı kaldı, ne o güzelim çeşmelerimiz…

Şimdilerde birkaç semtte var olan yaşama direnen çeşmelerimizi ve en önemlisi suyumuzu korumalıyız.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.