Suriyeliler, Türkiye’de neden kayıt yaptırmıyor? İşte nedeni…
Türkiye’deki Suriyelilerin Avrupa’ya iltica ettiklerinde Türkiye’deki kayıtları nedeniyle geri gönderilmemek için Türkiye’de kayıt yaptırmadıkları ifade edildi.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Basın Koordinatörü Beril Eski, Türkiye’ye sığınmacılar hakkında yaptığı araştırmaları kendisine ait sosyal medya hesabından yayınladı. Eski, Suriyelilerin bir kısmının Türkiye’de kayıt yaptırmama sebeplerini açıkladı.
İşte o açıklamalar:
“Batı’da son yıllarda sığınmacılar “ayrıştırılarak” yönetiliyor. Bu ayrıştırmanın içerisinde ırk, dil, din, toplumsal cinsiyet gibi pek çok kademe var. Bu yöntemle “istenmeyen” mülteciler rahatlıkla dışlanıyor ve de görünmez kılınıyor. Örneğin Afganlar
Türkiye’de Suriyeliler sadece kayıt yaptırdıkları şehirlerde çeşitli haklara erişebiliyor. Ancak bir kısmı kayıt yaptırmıyor. Sebebi de, bir gün Avrupa’ya iltica ettiklerinde Türkiye’deki kayıtları nedeniyle Türkiye’ye geri gönderilmemek.
Dolayısıyla kayıtsız Suriyeliler hiçbir hakka sahip olmadan hayatlarını sürdürüyor. Kayıtlı kişilerin büyük illere göçünün temel nedeni iş imkanı. İş imkanı derken, günde ortalama 12-15 saat çalışarak haftada 500-700 TL kazanılmasından bahsediyoruz. Ama tek sebep bu da değil.
Örneğin eşinden şiddet gören bir Suriyeli kadın da, tecavüzden hamile kalan ve kürtaj isteyen bir Suriyeli kadın da yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalabiliyor. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet nedeniyle LGBTİ+ ve kadın mültecilerin şehir değiştirmesine sık rastlanıyor.
Peki neden göç idaresinden veya başka bir kurumdan yardım almıyorlar? Karşılaştığımız bir vakada, eşinden şiddet gördüğü için düşük yapan bir kadın, başka bir şehre yerleşmek istemişti. Kadını, kocasının onu bulabilme riskine rağmen zorla kayıtlı olduğu şehre gönderdiler.
Suriyeli olmayan sığınmacılar ise Göç İdaresi üzerinden uluslararası korumaya başvurup, 3. ülkeye yerleştiriliyor. Ancak sığınmacı sayısı yüz binlerle ifade edilirken, 3. ülkeye yerleştirilenlerin sayısı yalnızca binlerle ifade ediliyor.
Yani birçok sığınmacı, geleceği belirsiz halde, Türkiye’de sıkışıp kalmış durumda. Dahası, en çok mülteci yerleştirilen ülkelerden biri olan ABD’de, yerleştirilecek mülteci sayısını başkan belirliyor ve Trump’ın bu rakamı “0” olarak belirleyeceği konusunda söylentiler var.
Oysa ABD, 11 Eylül dönemi dahi on binlerce mülteciyi kabul etmişti. Gelelim ekonomik sebeplerle göçenlere. Genelde bu kişilerin göç sebepleri “ekonomik” olarak görünse de, derinlerde çok farklı sorunlarla bağlantılı.
İklim krizi nedeniyle kuraklık, kuraklığın neden olduğu toprak çatışmaları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve güvenlik riski gibi. Babasından miras kalan toprak silahla elinden alınanlar, çocuğu kaçırılmakla tehdit edilenler, çocuğunu okula gönderebilmek için göçenler…
Tüm bu tehditler de çoğunlukla sosyo-ekonomik statüsü düşük kişilere yöneliyor. Düşünün ki binbir zorlukla Afrika’dan Türkiye’ye geldiniz (yolculuğun detaylarına girmiyorum bile). Kaydınızı yaptırdınız ve size bir otobüs bileti parası verilerek Yozgat’a gitmeniz söylendi.
Hayatta adını bile duymadığınız, tanıdığınız kimse olmayan bir şehre doğru yola çıktınız. Sığınma başvurunuz gereği o şehirde yaşamalı ve her hafta imza vermelisiniz. Yozgat’ta siyahi ve yalnız bir kadına kim ev kiralar? Kim iş verir?
Siz de mecburen daha önce göçen tanıdıkların yanına, İstanbul’a gidiyorsunuz. 5 kuruşa iş, 3 kuruşa kira. 6 gün boyunca, günde 12-15 saat çalışıyorsunuz. 1 gün izniniz var, onda da Yozgat’a gidip imza veriyorsunuz.
3 kere geçerli sebep göstermeden imzayı kaçırırsanız, artık dosyanız düşüyor. Artık kağıtsız oluyorsunuz ve her an sınırdışı edilebilirsiniz. 2 kuruş kazanmak için polislerden kaçarak, sorunlara göz yumarak, sömürülerek yaşamaya devam ediyorsunuz.
Maaşını alabilmek için cinsel ilişkiye zorlanıp sonra kovulan, maaşı verilmeden aylarca çalıştırılan, ev sahibinin tacizine uğrayan, binbir türlü ayrımcılığa maruz kalan, sömürülen, insan yerine konmayanlardan bahsetmiyorum bile.
Kimse 2 kuruş için bunları yaşamaz. Mecbur olmasa yaşamaz. Bu kırılgan ve zor durumdaki insanlara duyulan nefretin ardında, üstad Baumann’ın da dediği gibi, bir gün onlar gibi mecbur kalmak ve kırılgan olmak korkusu yatıyor.
Küçücük şeylere tutunarak, bıkkınlık ve umutsuzluk içinde hayatta kalan bu insanlara karşı hem coğrafi hem de insani sorumluluklarımız var. Başka ülkelerin de bu coğrafi sorumluluğumuzu paylaşması gerekiyor. Ama diğer ülkelerin yanlışları bizim sorumluluğumuzu etkilemiyor.”
(Yeniçağ)