Tanju Özcan Bolu Beyi mi, yoksa Köroğlu mu?
Bir seçim sath-ı mailinde Bolu’da miting yapan Binali Yıldırım, Boluluları “Bolu Beyinin torunları” diye selamlamıştı.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ise bugünlerde, Bolu’ya dünyanın neresinden geldikleri, ne oldukları, niçin geldikleri belli olmayan kopuklara verecekleri belediye hizmeti karşılığında alacakları bedelin, kendi halkından aldığının on katı olacağıyla ilgili bir karar aldırdı.
Bu karar, bir sonuçtur.
AKP, halkı demokrasi nutuklarıyla aldatarak iktidar olmuştu. Aynı yöntemlerle iktidarını mutlaklaştırdı ve miadını da hayli aşınca yozlaşması kaçınılmaz oldu. Bu kez dünyadaki benzerleri gibi ülkesini yıkıma sürükleme pahasına iktidarını sürdürmenin yollarını aramaya koyuldu.
AKP zaten Türkiye üzerinde yıkıcı emelleri olan emperyalizmin son projesiydi. Kendi döneminde, çeşitli kumpaslarla ulusun kaba gücü olan ordu ve polis teşkilatı ile eşit yurttaşlık temelinde adalet dağıtan yargı, Cumhuriyetçi kadrolardan arındırıldı. Ulusun yumuşak gücü olan diplomasi, eğitim, bilim, sendika, sivil toplum vb. kurumlar da tümüyle dumura uğratıldı. Her iki güce can vererek ülkeyi ayakta tutan ekonomi ise planlı şekilde halkın ve devletin olmaktan çıkartılıp kendilerinin ve taraftarlarının aile şirketine dönüştürüldü. Kendini Türkiye üstü ve sorumsuz konumlandıran AKP, uluslar arası tefecilerle birlikte ülkeyi elli yıl sonrasına kadar borçlandırmak gibi bir soygun düzeni oluşturdu.
Bugün ormanların dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde günlerdir an be an harlanan bir ateş topuna dönmesi asla tesadüf değildir. Yurdun yüzde doksanının maden arama sahaları olarak ruhsatlandırılması ihtiyaçtan değildir. Güneş ve rüzgar gibi doğal enerji kaynakları dururken HES’lerle akarsuların, derelerin kurutulması, termik, jeotermal ve nükleer santrallerle doğanın yok edilmesi ülkenin yararına değildir. Verimli tarım topraklarının ve meraların yapılaşmaya açılması, yerli tohum çeşitlerinden vazgeçilmesi, yerli hayvan ırklarının ıslah edilmemesi, çiftçinin desteklenmemesi, tarım girdilerinde ve ürünlerinde yüzde yüz ithalata bağımlı hale gelinmesi üreticinin ve tüketicinin talebi değildir. Vatan toprağının yabancılara satılması ve yabancı bankalara ipotek edilmesi hayra alamet değildir. Bunların hepsi birden Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletinin ölüm fermanıdır.
Atatürk’ten beri uygulana gelen dış politika terk edildi. Deneyimli diplomatlar “Monşer” denilerek kapıya kondu. Dışişleri, İhvan ideolojisine sevdalı AKP’lilerle dolduruldu. Sevgili kardeş Esad’a “Seksen yıldır mayalanan ve dünyanın en mümbit toprakları haline gelen aramızdaki şu sınırı, mayınlardan temizleyip organik tarım yapalım mı kardeş” dendi. “Hayhay” dedi kardeş de. Velinimet İsrail’in marifetiyle mayınlar temizlenip yerine kevgir delikleri işlenince de “Sen Esad değil, Esed’sin” dendi ve dünyada ne kadar ipini koparan El Kaideci varsa hepsi Mehter Marşıyla o kevgirden “Stratejik Derinliğe” uğurlandı.
Daha vahimi Ortadoğu’nun bataklığı da değil; ABD’nin hazırladığı, Afganistan’ı da içine alan yeni dünya düzenindeki kara balçığın içine Türkiye balıklama atıldı. O bu balçıkta debelenirken viraneye döndürülen bayındır yurdu yabanılların istilasına uğratıldı.
Ensar kim, muhacir kim?
Türkiye’nin istila edilmesinin üstünü, “Ensar-Muhacir” gibi yine dini bir güzelleme ile örtmeye çalışıyorlar. Bin beş yüz yıl evvel o Ensar, Muhacire ne çok kıymet veriyormuş ki Medine’ye gelip devlet kuran muhacir Hz. Muhammed öldüğünde cenazesine bile katılmadı. Bırakın cenazesine katılmayı, defin için mezarlığa götürülürse Ensarlarla Muhacirler tarafından cesedi paramparça edilir korkusuyla üç gün evinde bekletildi. Kokan, kurtlanan o mübarek naaşı, üç günün ardından damadı Ali tarafından evinin içinde kazılan mezara defnedildi. Peygamberin ölüm acısının yaşanmasının gerektiği öyle bir günde dahi Ensarla Muhacir, Peygamberin kurduğu Medine Devletinin iktidarını nasıl paylaşacağının derdine düşmüşlerdi.
Onca önemsedikleri hatta kutsadıkları bin beş yüz yıl öncesinin Ensar’ı da Muhacir’i de bunlardı işte. Bugünün Ensar’ı da aynı: Yolsuzluklarıyla, kene gibi halkın sırtından geçinmeleriyle, yurtlarına aldıkları korunmaya muhtaç kimsesiz çocuklara tecavüz etmeleriyle ve bu rezilliklerine “Bir kereden bir şey olmaz” diyen sözde devlet yetkililerinin kendilerini aklamasıyla kalmayıp her türlü kamu desteğini kendilerine boca etmesiyle bilinmektedirler.
Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal, “İslam’a en çok hizmet etmiş iki Mustafa vardır; Biri İslam’ı getirmekle görevlendirilmiş Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa, diğeri İslam’ı bin dört yüz yıl boyunca içine doldurulmuş hurafelerden temizleyen Mustafa Kemal’dir” der.
Hz. Muhammed, binlerce yıl evvelinden Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, onun için namaz kılan, onun evi diye Kabe’yi tavaf eden, onun için oruç tutan ancak her türlü zulmü, haksızlığı, melaneti yapan o günün toplumuna barış, huzur ve adalet getirmek amacıyla bir toplumsal örgütlenme başlatmıştı Medine’de. Lakin bir barış ve huzur dini olan İslam’la müjdelenen o toplum, Muhammed’in öldüğü gün itibariyle naşını değil fakat getirdiği dini gömüp eski ilkel yaşamına geri döndü.
Biz tarımcıların, “Ot kalkar, köküne bakar” diyen bir sözü vardır. Türkiye’de ‘Biz Ensar’ız diyenler, bin beş yüz yıl önce Arabistan’daki o ilkel toplumun ardıllarıdır. Yapmaya çalıştıkları ise Hz. Muhammed gibi bir devrimci olan Mustafa Kemal’in yüz yıl önce kurduğu demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetini yıkmaktır.
Yeni Plan:
Emperyalizm, Ortadoğu’daki çıkarlarına ayak bağı olan laik ve demokratik Türkiye’yi, daha önce ürettiği etnik ve mezhep temelli düşmanlıklarla bölmenin arayışındaydı. Ancak onlarca farklı etnisitenin ve inancın bu topraklarda binlerce yılda oluşturduğu sevgiye, saygıya dayalı kardeşlik, bu ihanet girişimlerine pabuç bırakmadı, bırakmıyor. Emperyalizmin de boş durmadığı, yeni versiyon bir bölme planıyla devrede olduğu, yerli işbirlikçisi AKP iktidarının yönetim tarzından ve uygulamalarından anlaşılmaktadır. Zira AKP, Amerika’nın Ortadoğu’da yirmi iki ülkenin siyasi sınırını değiştirmek üzere hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıdır.
AKP’den önce “Türk-Kürt ve Alevi-Sünni ayırımı” yapılsa da bir iç çatışma ortamı yaratılamadı. AKP döneminde ise önce her şeyi yapmaya muktedir güçlü bir iktidar oluşturuldu. Erkler ayrılığına dayalı Türkiye Cumhuriyeti tek kişiye bağlı bir parti devletine dönüştürüldü. Onu devlet yapan kurumların tümü ortadan kaldırıldı. Ekonomisi zayıflatıldı hatta olağanüstü krize sokuldu. Türkiye her açıdan kolay istila edilebilecek, kendisine yapılacak her ihaneten sonuç alınabilecek kıvama getirildi.
Madem etnik ve dini çatışma çıkartamıyoruz, öyleyse demografik yapısını önemli ölçüde değiştirir bir de öyle deneriz; plan bu! Ortadoğu’nun kafa kesmeye alışmış Araplarından, Afrika’nın köle ruhlu Tamtamlarına, Asya’nın kabileci Peştularına, Sindlerine, Belucilerine, Bengallerine; oyuna gelecek ne kadar kopuk varsa hepsi tarih öncesinden fırlayıp geldi, geliyor.
Gelenler; Hace Bektaş, Mevlana, Karacaoğlan, Ahi Evran, Yunus Emre, Pir Sultan, Köroğlu ve daha birçok değerin bu toprakların birleştirici mayası olduğunu ve Anadolu’nun erdemini bilmeyen güruhlardır. Onlara “Bolu Beyi ehli imandır, lütufkardır, onun kulu olmanız cennete gitmenizin de garantisidir, siz Bolu Beyi’nin torunlarısınız” diyecekler. Yanı sıra Türk halkının uluslaşma bilincini tümüyle yok edecekler. Sonunda Türkiye’yi ayrıştırıp Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi parçalayacak ve her bir parçasının uyuşturucudan, hırsızlıktan, gasptan, cinayetten, tembellikten, geri kalmışlıktan, açlıktan başını kaldıramayacak bölgenin lümpen birer hergele toplumuna dönüştürmeye çalışacaklardır.
Tanju Özcan, bütün bunları öngörebilen bir aydın. Üstelik elini taşın altına koymak için bir nedeni de var. Zira o bir belediye başkanı. Ülkede ondan daha önde, kritik ve etkili görevlerde bulunan gani gani muktedir varken hiçbirinin bugüne kadar gereken adımı atmaması, onu bir kahraman yapmış bulunmaktadır. Kahramanları koşullar yaratır. Ülkemizin Amerikan üretimi barbarların istilasına uğradığı bugünlerde birilerinin bir şey yapması gerekiyordu. Tanju Özcan, bu kör karanlıktan çıkmak için kimsenin el yordamıyla dahi olsa bir çıkış yolu aramayı idrak edemediği veya düşünemediği ya da göze alamadığı bir süreçte bir çözüm üretti.
Tabi ki istilayı tümüyle sona erdiren bir çözüm değil bu elbette. Ama en azından memleketi felakete sürükleyen bu soruna, duyarlı duyarsız tüm kesimlerin dikkatini çekmiş oldu. Tanju başkanın uygulamasını beğenirsiniz veya beğenmezsiniz o ayrı. Gerçi bize göre son derece yurtsever bir çıkış. Bu uygulamanın önemi, Türkiye için ciddi beka sorunu oluşturan sığınmacılarla ilgili bir adımın atılmış olmasıdır. Küçük bir adım olsa da tarihi önemi büyük. Arkasının gelmesi, kıyamet kopmadan Türkiye’nin sığınmacılardan temizlenmesi, her namuslu vatandaşın dileği olsa gerek.
Binali Yıldırım, Boluluları Bolu Beyi’nin torunları olarak görmüş ve oy istemişti. Ancak Bolulular, Tanju Özcan gibi ülkesinin, milletinin esenlik içindeki geleceğini her şeyin üstünde gören anlayışla işini yapan bir yurtseveri Bolu’ya başkan seçtiler. Buradan anlıyoruz ki Bolulular, Köroğlu’nun torunları olmayı Bolu Beyi’nin torunları gösterilmelerine tercih etmişler.
Yaşar Kemal, “Bir zamanlar Karacaoğlan’ı bilmeyene Çukurova’da kız vermezlerdi” demişti. Anadolu’nun, insanı canlı cansız her şeye dost eden kültürüne sevdalı halkının gönlünde taht kuran Tanju başkana bizim de bir önerimiz var, naçizane: Köroğlu’nu bilmeyen Bolulu gençlerin nikahını kıymasın, evlenmelerini zorlaştırsın ki yeni kuşaklar çöl bedevi kültürüne esir olmasın; kula kulluğu reddeden Köroğlu’nu tanısın ve anlasın. Türk milletinin bir an önce kendi özüne dönmesinin yolları da Bolu’dan ülkenin dört bir yanına açılmış olsun.