Tarikatlar Türkiye’nin mescidi dırarlarıdır
Türkiye yumuşak, esnek, gönençli, apaydınlık yaşamların, sert, katı, kaotik, kapkaranlık yaşamlara peşkeş çekildiği ülke haline geldi.
Bir kız çocuğunun altı yaşındayken tarikat şeyhi olan babası tarafından tarikatına veliaht seçtiği bir başka şeyh ile evlendirilmesi(!) bir süre konuşuldu sonra unutuldu. Türkiye’nin her köşesine ahtapotun kolları gibi uzanmış tarikatlarda kız ve erkek çocukların cinsel istismara maruz kalması, memleketin vicdanları kanatan süreğen bir gerçeği haline geldi.
Bugün yirmi dört yaşına gelmiş mağdurun çığlığına millet de devlet de seyirci kaldı. Yıllardır yerin göğün yedi katında deprem yaratmış bu çığlık; dinin ve siyasetin ucuz hamasetinde gücünü yitirerek kaybolup gitti. İstismar edilen çocuğu unutup, “Ailesi üzülüyor” diyen bir kısım muhalefetin tutumu da tam bir akıl tutulmasıydı. Oysa suçun faili ailesi! Sözde bunlar gelip iktidarın enkazını kaldıracak! Bu tutumuyla kendileri daha şimdiden enkaza dönmüş, haberleri yok!
Bu yaşananlardan, dinin yerinin menfaatlerin çatıştığı dünyevi alan değil, özgür iradeli reşit bireylerin vicdanı olduğunu anlıyoruz. Laik Cumhuriyet, bir asır önceden bunu görmüş, dini, tarikat ve cemaatlerin hilelerle dolu siyasetinin, ticaretinin ayrıca devletin kamusal alandaki işleyişinin dışında tutmuştur. Demokratik ve laik Cumhuriyet bir erdemler manzumesidir. İradesini ve vicdanını din ve siyaset bezirgânlarına teslim etmeyecek özgür karakterli bir millet yaratmıştı.
Ne zaman ki siyasi iktidar, tarikat ve cemaatlerle el ele verip hep birlikte demokrasiyi, laikliği ortadan kaldırdı, bilimsel kurallarla işleyen ekonominin çarkını kırdı; o zaman çocukların, kadınların ırzı da canı da tehlikeye girdi. Din ve vicdan özgürlüğü elinden alınan millet, yeniden istismarcıların kolayca sevk ve idare edilebilir itaatkâr, sadık, kulu, kölesi oldu. Yoksullar, güçsüzler, kadınlar, çocuklar tacizin, tecavüzün, ölümün cenderesinde ruhen ve bedenen yitip gitmekteler.
İktidarın neden 4+4+4 eğitim sistemini getirdiği, orta dereceli okullarda felsefe grubu derslerini kaldırdığı, meslek liselerini kapatıp yerine imam hatipleri açtığı, milli eğitimi tarikatlarla birlikte verdiği şimdi çok daha net anlaşılmaktadır. Eğer on iki yıllık temel eğitim zorunlu ve kesintisiz olsaydı, felsefe grubu dersleri müfredattan çıkarılmasaydı; reşit yaşına gelmiş, mesleğini eline almış, ekonomik özgürlüğünü kazanmış hayatının baharındaki gençler her şeye eleştirel gözle bakmayı öğreneceklerdi. Tarikatların çocuk bedenlerin istismarına alet ettikleri din ile ahlakın da gökten inmeyen, insan aklından kaynaklı sorgulanabilir kavramlar olduğunu bileceklerdi. O zaman din ve ahlak tacirlerinin kendi nefisleri için açtıkları pencereden değil varlığını adalete, özgürlüğe, ahlaka adamış Kant’ın mezar taşına yazdırdığı “Üzerinde düşündükçe iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygıyla dolduruyor; üzerimdeki gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası” sözünden olaylara ve olgulara bakacaklardı.
Türkiye’deki okullarda, hiçbir çıkar gözetmeksizin özgürlükçü, adaletli, ahlaklı olmanın bir insanlık görevi olduğunu öğreten dersler kaldırılınca sadece çocukların değil koca bir milletin ruhu, şeyh veya mürit denen insani gelişimini tamamlayamamış kişilerin bencil içgüdüleriyle doldurulmaya çalışılıyor.
Doğanın da aynı konuda bir ahlak yasası var: Bitkilerde, hayvanlarda ve mikroorganizmalarda cinsel istismarın olduğuna dair bir bilgi yoktur. Bu canlı türlerinde uygun beden olgunluğuna erişmeden üreme amaçlı eyleme başvurulmaz. Hepsi doğanın bu yasasına uyar. İnsan türü içinde bu yasaya uymayanların olması ve bunların Türkiye’de örgütlü bulunmaları, Selçukludan beri Türk toplumunun geri kalmasının nedeni olmuştur.
Tarikatlar, her türlü iktidar ve istismar geleneği olan yapılardır. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmasının önündeki en büyük engel olmaları bakımından Türkiye’nin mescidi dırarlarıdır. Dini dillerinden düşürmediklerine bakmayın, peşinden gittikleri din değil menfaatleridir. Birleştirici değiller, olsalardı birbirleriyle iktidar ve çıkar çatışmasına girerek otuz ayrı tarikata, dört yüz tarikat koluna ayrılmazlardı. Topluma nifak sokar, ayrıştırır, birbirine düşmanlaştırır, kamplara böler ve yarattıkları karışıklıktan beslenirler. Bütün bunları din üzerinden yaparlar. Din, tarikatlar için salt iktidar olmanın ve menfaat elde etmenin aracıdır.
Oysa laik Türkiye’nin Müslümanları, dini, insanın Tanrı ile içten ve kişisel bir bağ kurma arayışı olarak görmüşlerdir. Bunu da birey olarak kendi başına tasavvuf gizemciliği içinde yapmışlardır.
Tarikatların çocuklara cinsel istismarı hoş görmeleri, kadınları insan görmeyerek aşağılamaları, din satarak holdingleşmeleri Türk halkını içten çürüten tarafıdır. Bir tarafı da Türklerin kadim kültürünü yok etme çabasıdır: Yüz yıllardır Anadolu’da tasavvuf inanç biçimi yerine selefilik ikame ediliyor. Türkleri tarihi köklerinden koparmayı başarmanın yolunun, Arapların tarih öncesi ilkel yaşam biçimini İslam diye benimsetmek olduğunu biliyorlar. Şimdiye kadar Ortadoğu’daki birçok halkın Müslümanlık adı altında Araplaştırıldığı gerçeği ortada. Tarihi ve tabiatı gereği Türkler Araplaşmaya direndiklerinden, bu direnci kırmak üzere tarikatlara hiç olmadığı kadar ekonomik ve siyasi destek sağlanıyor. Yasadışı olmalarına rağmen istedikleri kadar kamu kaynaklarından yararlanıyorlar. İstedikleri her alanda cirit atabiliyorlar. Daha vahimi; Türk milleti Araplaşmayınca Türkiye Cumhuriyetinin bir Arap kabile devletine dönüştürülmesi, ardından on milyonlarca niteliksiz belki de kriminal Ortadoğulunun ‘savaştan kaçıyorlar bahanesiyle’ patates soğan ithal eder gibi yurda sokulmasıdır!
Büyük Selçuklunun, Anadolu Selçuklusunun, Osmanlının yıkımına sebep olan tarikatlar, emperyalizmin de kiralık örgütleridir. Şeyhler ve aveneleri, insanların dini duygularını, emeklerini sömürerek kendilerini tanrısal kılmaktadır. Müritler, kendi iradeleri, bedenleri, mal varlıkları üzerinde şeyhlerinin sınırsız hak sahibi olduklarını kabul etmekte, cennette de ancak bağlandıkları şeyhlerinin onayıyla gidebileceklerine inanmaktadır. Her ikisi de iğrenç bir ruh kirliliği halidir.
Tarikatların toplumu önce çürütüp sonra yıkmaktan başka bir işlevi yoktur. Bugün de yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarikatların bu yıkım projesiyle karşı karşıyadır.
(Önder Gümüş/18 Aralık 2022)