Tarımda organizasyon

27.09.2021
A+
A-

Köye bir gün bir Amerikalı geldi.

Arkadaşı, konuğuyla birlikte aynı günün akşamı koyu muhabbetlerin yapıldığı eve gittiler. Karanlık bastıktan sonra birden konuğun tuvalete gitme ihtiyacı doğdu. Ev sahibi, dış kapıya kadar önden giderek, “Her taraf tuvalet, istediğin yere yapabilirsin” diyerek yabancı konuğu evin dışına uğurladı.

Her zaman yaptığı işi farklı yerde ve şekilde yapmanın insana kaybettireceği kadar ki bir zamandan sonra içeri giren Amerikalı konuk, dışarı çıkmazdan önceki kırmızılıktakinden daha kırmızı bir surat ve yine önceki rahat halinden hayli tedirgin bir ruh haliyle yerine geçti. Hemen yanında oturan ev sahibinin kulağına eğilerek “Sizde hala mı organizasyon yok?” diye sordu. Ev sahibi, istifini bozmadan Amerikalının yüzüne baktı ve oradaki herkesin duyacağı bir ses tonuyla, “Bizde organizasyon olsaydı, babamın tarlasını tekrar sana sıçtırır mıydım hiç?” diyerek karşılık verdi.

Bu kısa diyalogdan sonraki muhabbet, ister istemez hükümetin Türkiye tarımında uyguladığı organize işler üzerine yoğunlaştı.

Mustafa Ali, ülkedeki şeker pancarı ve yem fabrikaları kapatıldığından, ineklerine yedireceği ithal yem için yüzde kırkı bulan bir faizle Tarım Kredi Kooperatifine borçlanmış, ödemede zorlanınca da kooperatif ineklerine haciz koymuştu.

Aynı kooperatif, kendisinden ilaç, gübre ve biraz da kredi çeken Hasan Ali’nin traktörünü de aynı gerekçeyle haczetmişti.

Hububat ve bakliyat hasadının yaklaştığı günlerde yerli ve milli iktidarın tahıl ve bakliyat ithalatında gümrük vergisini sıfırlaması üzerine, ürettiği buğdayı maliyetine dahi satamayan Mehmet Ali de kamu bankasına olan kredi borcunu ödeyemediğinden banka tarlasını haczetmişti.

Binali ise diğer bazı çiftçiler gibi arazisinin çokluğuna güvenerek adı Türkçe, sahibi yabancı olan bir bankanın sahtekarlıklarla dolu cazip tekliflerine aldanarak yüklü miktarda kredi çekmişti. Aldığını tarım dışı amaçlarla kullandığını sanmayın; tamamını kuruşu kuruşuna kendisinin meyvecilik, sebzecilik, tarla bitkileri ve hayvancılıktaki ithalata dayalı ve aynı zamanda dolar endeksli üretim maliyetlerine harcamıştı. Lakin hükümetin nohuttan mercimeğe, samandan ete her şeyi ülkede üretilenin altındaki fiyata ithal edip iç piyasaya sürmesi üzerine Binali’nin ürettiklerinin bir kısmı tarlada, diğeri de gerçek değeri üzerinden satılamadığı için elinde kalmış, yabancı ortaklı banka da Binali’nin tarlalarından hayvanlarına, traktörlerinden evine her şeyine haciz koymuştu.

Onulmaz bir kaygının esir aldığı içerideki bir anlık suskunluktan sonra, feri sönen gözlerdeki umutsuz bakışlar birer birer utangaç kırmızılığı saatler sonra yüzünden indirmiş Amerikalıya çevrildi. Amerikalı, yüzüne yayılan tatlı bir tebessüm ve yarı istekli yarı isteksiz bir eda ile “Bana değil dönüp kendinize bakın” dedi.

Ardından “Tarihiniz boyunca suçluyu hep yanlış yerde aradınız. Oysa hayır, şer her ne ise bunu bizde ya da Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değil kendinizde aramanız gerektiğini öğrenmiş olmanız lazım. Devlet en büyük toplumsal hizmet organizasyonudur ve sizin de bir demokratik cumhuriyet devletisiniz vardı. Onu, gönüllü kaybettiniz. Bu musibetlere maruz kalmanızın birinci nedeni, size ait bu büyük organizasyonun dağılmış olmasıdır. Üstelik dünyanın en verimli topraklarına sahipsiniz. Üç tarafınız engin maviliklerle çevrili. İç sularınız, rantabl kullandığınızda son derece yeterli gelecektir size. İkliminiz, insan beslenmesinde en çok ihtiyaç duyulan tarımsal ve hayvansal ürünleri büyük ölçeklerde yetiştirme şansını veriyor size. İnsanların doğduğu yer kaderiyse eğer hiçbir halkın sahip olmadığı mükemmellikteki bir kadere sahipsiniz demektir. İnsan daha ne isteyebilir ki hayattan!” dedi ve devam etti konuşmasına:

“Yapmanız gereken; doğanın size sunduğu bu şansın eşliğinde bilgilerinizi ve yeteneklerinizi birleştirmeyi, tarım ve hayvancılık alanında üretimden tüketime olan evreleri planlayarak önce kendinize yeterli olmayı ve ekonominizi güçlendirmeyi, sonra da dünyada ihtiyacı olanlara bu ürünleri katma değeri arttırılarak ulaştırmayı organize etmekti.

Peki, siz ne yaptınız?

Siz, “Hizmet hareketi” adı altında dünyanın en aşağılık işlerini yapan ve her hareketiyle size ihanet eden FETÖ ve benzeri oluşumlara, sizi memleketin efendisi yapmaya çalışan Cumhuriyet Devletinizi kurumlarıyla birlikte teslim ettiniz. İçeride sizi desteksiz ve yalnız bırakan; sizi ineğinizden, traktörünüzden, evinizden, toprağınızdan eden; dışarıda da uluslararası tefecilerle iş tutarak sizi borca batıran, çıkardığı kanunlarla bütün tarım girdilerinde sizi ithalata mecbur bırakan, yükselttiği maliyetlerle ve koyduğu kotalarla üretiminizi baltalayan, ne zorluklarla ürettiklerinizi ise verdiği düşük taban fiyatlarıyla mundar ederek sizi tümüyle kazançsız bırakan cahil cesaretli bir iktidarı başınıza taç ettiniz” dedi.

“Durun” dercesine iki elini yukarı kaldıran Durali’den, herkes üzerlerine çökmüş kasaveti biraz olsun dağıtacağını beklerken, Durali, “Aklım almıyor arkadaş; insan yaptığı hatayı bir görmez, iki görmez; insan bu kadar mı kör olur? Perşembenin gelişini Çarşambadan bilmez mi yahu, insan bu kadar mı aptal olur? Arkadaş koyun gitti, inek gitti, traktör gitti, tarla gitti, çocuklarımız bizi bırakıp gitti, köyde iş yapacak insan kalmadı, tavuk kalmadı tavuk tavuk!” Bir yandan yumruklarını sıkıp başının yanlarına vururken, bir yandan da “Aklıma sıçayım, aptallığıma doymayayım, ellerim kırılsaydı da her seferinde bunlara oy vermeyeydim” demekten alamadı kendini.

Oflamalarla, poflamalarla içindeki sıkıntıyı atmaya çalışan bu akşamın konuklarının umarsız bakışları, nedense hep birlikte yeniden Amerikalıya döndü. Hiç beklemedikleri daha da can yakıcı bir konuya değindi bu kez Amerikalı. “Bunlar daha iyi günleriniz. Sizin on katı nüfus artış hızına sahip dünyanın ipsizleri sapsızları ülkenize dolduruldu. Bir yandan da Filistinliler gibi topraklarınız elinizden alındı mı, asıl o zaman görürsünüz Hanya’yı, Konya’yı” demez mi?

“Filistinliler gibi olmak..? Allah, Allah…! Filistin… Türkiye… Biz… Olur mu? Nasıl olur yahu? Ne diyor bu adam..?

“Amerikalı haklı!” Bu patlayan Cinali idi. “Vallahi billahi haklı. Değil babamızın tarlasına, ağzımıza sıçsa yeridir. Çünkü başımıza taç ettiklerimizin bizi ne felaketlere sürüklediğini içimizdeki bunca namuslu insan söylerken değil de o söyleyince anlıyoruz. Anlayamadım ki arkadaş; benim dahi aklımı çelmişler meğer! Dur bakalım yarın ola hayır ola, gün ola devran döne” diyerek böylece (ayağa) kalkma vaktinin geldiğini hissettirdi akşamın konuklarına.

Akşamın kasavetine rağmen, Anadolu köylüsünün erdemliliğine yakışan misafirperverliğin ve şen şakrak sesleşmelerin eşliğinde konuklar evlerine dağılırken, Türkiye, tarihinin en karanlık gecesine yatıyordu, Anadolu’nun ücra bir köyünde.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.