Tarımda üretim planlaması mı, tarım alanlarının el değiştirmesi mi?
Bir soruyla başlayalım yazımıza:
Bilerek ve isteyerek tarımın yapısını bozanlar, üretimi imkânsız kılanlar, Türkiye’yi tarımda kendine yeten bir ülke olmaktan çıkarıp bütün ürünlerde ithalata bağımlı hale getirenler tarımda üretim planlaması yapabilir mi? Bu soru, ‘sorun üretenler sorun çözebilir mi’ diye de sorulabilir.
Ekonomi Gazetesinin haberine göre Tarım Bakanlığı, “Tarım kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun taslağı” gibi bir yasa hazırlığının içinde olduğunu açıkladı Aralık’ın sonunda.
Değişiklik, kulağa hoş gelen şu amaçla yapılıyor ve “Tarımsal üretimin planlanması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin arttırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce bakanlıktan izin alınır. Bakanlık arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak havza veya işletme bazında ürün veya ürün gruplarının üretileceği asgari ve azami üretim miktarlarını belirler” diyor.
Üretim planlamasının nasıl yapılacağı da şu başlıklarla anlatılıyor:
- Üretim için bakanlıktan izin alınacak, izin almayanlara desteklerden men ve idari para cezası verilecek.
- Sözleşmeli üretim zorunlu hale getirilecek, sözleşme şartları yeniden belirlenecek ve sözleşmeden vazgeçen alıcı veya satıcıya ceza getirilecek.
- Çiftçi Kayıt Sistemi yerine bakanlığın belirleyeceği kayıt sistemleri dikkate alınacak.
- İki yıl ekilmeyen arazileri bakanlık başkasına kiralayacak, kiralamada öncelik aynı yerde ikamet edenlere tanınacak ve kamu yararı gözetilerek boş arazi bırakılmayacak.
- Kenevir üretimine yeni düzenleme getirilecek, kotasını cumhurbaşkanı belirleyecek ve tıbbi amaçlı kenevir üretimi yaygınlaştırılacak.
AKP iktidarı yirmi yıldır yaşattığı cehennemin yolunu iyi niyet taşlarıyla döşeyerek halkı aldattı hep. Tarımda da kendi döneminde çıkardığı veya değiştirdiği yasalarla aynısını yaptı. Örneğin:
Toprak koruma ve arazi kullanımı kanunuyla toprağın ve çevrenin korunacağı, geliştirileceği, tarım arazilerinin sınıflandırılarak, planlanarak kullanılacağı vaat edilmişti. Ancak ülkede ne toprak ne temiz çevre ne de yapılacak bir tarım bıraktı. Bu yasayla ülkenin taşı, toprağı, suyu, ormanı, madeni, yabancılara peşkeş çekildi.
Veteriner hizmetleri, bitki sağlığı, gıda ve yem kanunuyla gıdanın ve yemin güvenilirliği, halk sağlığı, bitki ve hayvan sağlığı ile ıslahı, tüketici menfaatleri ile çevrenin korunması vaat edilmişti. Kanundan sonra memlekette ne insan ne hayvan ne bitki sağlığı korunabildi ne çevre ne de tüketici menfaatleri. Ülkenin insanı da hayvanı da aç kaldı.
Tohumculuk kanunu, bitkisel üretimde verim ve kalitenin yükseltileceği, tohumluklara kalite güvencesinin sağlanacağı, tohumluk üretim ve ticaretiyle ilgili düzenlemelerin yapılacağı, tohumculuk sektörünün yeniden yapılandırılacağı ve geliştirileceği vaadiyle çıkarılmıştı. Bu kanundan sonra yerli tohum kullanan çiftçiye tarım desteği bile verilmedi; İsrail’in, Fransa’nın, Amerika’nın, Hollanda’nın altın fiyatıyla eşdeğer, genetiği değiştirilmiş tohumlarına mahkûm edildi. Yerli tohumların gen kaynakları kurutulmaya, yok edilmeye çalışıldı. Ekimi dikimi yapılan ürün çeşitleri ile hayvan ırkları azaltıldı.
Demek ki AKP iktidarının bugüne kadar tarımda çıkardığı ya da üzerinde değişiklik yaptığı kanunların yarattığı sonuçlar ne ise bundan sonra yapacaklarının doğuracağı sonuçlar da aynı olacaktır. Gerçi bu üzerinde durdukları kanunun tam da adı yok fakat bunun sözde bir üretim planlaması olacağı anlaşılıyor. Bu arada AKP’nin, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatını 1961’den Özal’ın müsteşarlığı dönemine kadar layıkıyla planlayan Devlet Planlama Teşkilatını kapattığını da belirtelim! Öyleyse planlamaya düşman bir zihniyetten, ülkemizin tarımsal üretimini planlamasını beklemek, yersiz olacaktır. Dolayısıyla bu yasayla ilgili hazırlığın, sadece tarımı değil ülkeyi de bütünüyle ve daha büyük felaketlere sürükleyecek bir çaba olduğundan endişe etmekte haklıyız.
Bir kere Türk tarımındaki başat sorun yapısal çöküştür. Cumhuriyeti kuranlar ta başından itibaren ekonominin temeline oturttukları tarımı sağlam bir yapıya kavuşturmuş, iklim ve toprak koşullarını göz önünde bulundurarak hangi ürünün nerede yetiştirileceğini zaten planlamışlardı. Toprak ıslahından tohum ve ırk ıslahına, ürün çeşitlerini arttırmaktan verim artışına, girdi temininden ürün pazarlamasına ve mal sevkiyatını yapacak deniz ve demiryolu ulaşımına, köylünün kooperatiflerde örgütlenerek gerçek üretici ve memleketin efendisi olmasına kadar her süreç oya işler gibi planlanmıştı. Ülkenin dört bir tarafında tarıma dayalı dev sanayi fabrikalarının bacaları tütüyordu.
Tarımdaki bu gelişmeyi, katma değeri yüksek ürünlerin üretimi aşamasına taşıyacak iktidarlar yerine, Cumhuriyetin kalkınmacı ve modern devlet geleneğine düşman iktidarlar işbaşına gelmeye başlayınca, kendi güçleri oranında bu ilerlemeyi sekteye uğrattılar. Cumhuriyetin, tarım sektörünü de kapsayan ekonomik, sosyal ve siyasal kazanımlarını tümüyle yok etme gücü ise devleti yönetemeyince kendisini devletin yerine koyan ihvancı AKP iktidarına nasip oldu; tarımın köküne kibrit suyu döktü!
Yukarıda maddeler halinde dile getirdiğimiz konuların “Tarımda üretim planlaması” adı altında kanunlaşması halinde, AKP iktidarını bilenlerin endişelerini haklı çıkaracak şu sonuçları görmüş olacağız:
- Tarım Bakanlığı, kurumsal bir çürümüşlük içindedir. Dolayısıyla iktidarın çiftçiyi korumasız bırakan, tarımı da bitme noktasına getiren siyasetine seyirci kalan hatta destekçisi olan bir kurumun, ülke tarımı lehine bir üretim planlaması yapması beklenemez.
- Ülkemizde tarımın bazı alt sektörlerinde yapılan sözleşmeli üretim, şimdiden korumasız bırakılan güçsüz çiftçimizi tek taraflı çok mağdur etmektedir. Dolayısıyla sözleşmeli tarım, çiftçinin örgütlü ve yasaların kendisini güçlü kıldığı ülkelerde yapılırsa mümkündür. Bu da Türkiye’de yok.
- İktidar, çiftçinin bilgilerini barındıran devletin tuttuğu kayıt sistemine neden güvenmesin? Bu, TÜİK gibi iktidarın siyasi bir aracı haline gelmiş Tarım Bakanlığının, çiftçi kayıt bilgilerinin kullanılacağı yere veya kimselere iktidarın işine geldiği gibi saptırarak vermesini sağlamak içindir!
- Dünyada şu anda devlet yönetiminde kalan tek ihvancı iktidar AKP’dir. AKP, Arap Baharı (Hüsnü Mahalli’nin deyimiyle Arap Cehennemi) ile Suriye Savaşında kendisine verilen görevi başarıyla yerine getirdi. Kendisi kazandı ancak Türkiye’ye kaybettirdi. Özellikle Suriye Savaşı, Türkiye’nin Ortadoğulaşması, Türk Ulusunun da Araplaşmasıyla sonuçlandı. Bu plan, hazırlanmakta olan tarımda üretim planlaması kanunuyla birlikte düşünülebilir mi? Evet, “İki yıl ekilmeyen arazileri bakanlık başkasına kiralayacak, kiralamada öncelik aynı yerde ikamet edenlere tanınacak ve kamu yararı gözetilerek boş arazi bırakılmayacak” dendiğine göre üzerinde durulmaya değer: Suriye’den ve dünyanın başka yerlerinden on iki milyon selefi, siyasi amaçlarla Türkiye’ye getirilmiştir(Oysa bu süre zarfında on iki milyon selefi yerine on iki milyon inek yetiştirilseydi en azından halkımızın ete ve süte ulaşımı mümkün olacaktı). Bilinçli şekilde kentlerde, kırsalda ülkemiz coğrafyasının tamamı, bu özgüveni yüksek ve ülkemizin bekasını tehlikeye atmada kullanışlı güruhun ikametine açılmıştır. Bunun eşgüdümünde Türk tarımı katledilmiş, toprağından el çektirilen köylü ve çiftçi kentlere göçürülmüş, tarım alanlarının yarısından fazlası yerli ve yabancı yatırımcıların eline geçirilmiş, neredeyse üçte biri de ekim dışı bırakılmış, bir yabancının iki yüz elli bin dolar karşılığında mülkiyet sahibi olmasının yanında kendisine ve sürüsüne bereket ailesine vatandaşlık hakkı tanınmış ve benzeri daha pek çok şey sıralanabilir bu konuda. Eşgüdüm halinde işletilen bu iki plan karşısında az buçuk akıl yürüten bir insan, bu kitlelerin yakın bir zamanda Türkiye’deki demografik yapıyı dönüştürebilecek, tarım alanlarının yarısından fazlasına sahip olabilecek, kentlerde küçük ve orta ölçekli ekonomiye hükmedebilecek potansiyeli barındırdığını öngörür. Dolayısıyla dördüncü madde tam da sanki bu amaçla ve ülke sessizce, kestirmeden istila edilsin diye düzenlenmiş gibidir.
- Türkiye’de son yıllarda ülkenin kaderini elinde tutan üst düzey yöneticilerin, uyuşturucu baronları ve mafya babalarıyla olan ilişkileri hemen her gün basına yansıyor. Devletin mafyalaştığı mafyanın da devletleştiği dile getirilmektedir. Uyuşturucu kullanımı altı yaşındaki çocuklara kadar inmiş, ülke büyük bir uyuşturucu pazarına dönmüştür. Artık beş ton uyuşturucu bir seferde yakalanabiliyorsa kaç katının dolaşımda olabileceğini varın siz hesaplayın! Türkiye, dünyanın en yoğun uyuşturucu rotasına döndü. Dünyanın en güçlü mafya örgütleri Türkiye’yi merkez seçmiş. Dünyanın en kırılgan ekonomisi ve yüksek enflasyonu Türkiye’nin, en değersiz para birimi de TL. Böyle bir durumda, Türkiye’yi bir zamanlar dünyanın on altıncı büyük ekonomisi yapmış bunca stratejik tarım ürünü dururken, Tarım Bakanlığının üretim planlamasında önceliği kenevire vermesi, şüphe uyandırıyor. Kotayı “Anayasayı tanımıyorum, saygı da duymuyorum” diyebilecek cumhurbaşkanlarının belirleyecek olması ve girdi maliyetlerinin yüksekliğinden ötürü çiftçinin terk ettiği topraklar için “Kamu yararı gözetilerek boş arazi bırakılmayacak, tıbbi amaçlı kenevir üretimi yaygınlaştırılacak” denmesi, bu konudaki kuşkuları daha da arttırmaktadır. Bu düzen böyle devam eder de Türkiye hak ettiği tarımsal, bilimsel, sanatsal üretimi yapamazsa, adalet, özgürlük, laiklik ve demokrasi gelmezse, hukuk işlemezse, açlık ve sefalet artarsa, mafyalaşma, çeteleşme hız kazanırsa; çıkacak bu yasayı kötü emellerine alet edecek kesimler çıkabilir ve Türkiye’nin tarım topraklarını Afganistan, Pakistan, İran, Kolombiya gibi uyuşturucu hammaddesinin üretim alanlarına dönüştürebilir.
Tarım, AKP iktidarında bilerek ve isteyerek bitirildi. Bitirildi ki ülke yoksullaşsın, ülke yoksullaşsın ki halk aç kalsın, halk aç kalsın ki yardıma muhtaç olsun, yardıma muhtaç olsun ki onu sevk ve idare etmek kolay olsun. Sonunda keyfe keder yönetilen Türkiye’de hep iktidarda kalınsın!
- Önder Gümüş/20 Ocak 2023