Tarımdaki sorunlar yapısaldır
Türkiye’de sağlık, eğitim, yargı gibi tarım da yapı olarak çökmüş, bitmiş durumdadır. Hatta bunu devlet yapılanmasının kendisi için de söyleyebiliriz.
Kurumsal Açıdan:
Tarımın; toprak ve su, tarla bitkileri, yem bitkileri, çayır ve mera, süs bitkileri, arıcılık, meyvecilik, sebzecilik, kooperatifçilik, ipekböcekçiliği, su ürünleri, zirai mücadele ve karantina, hayvancılık, kümes hayvancılığı, gübre sanayi, tarımsal mekanizasyon, gıda, tohumculuk, pazarlama, depolama ve satış gibi alanlarda araştırma enstitüleri başta olmak üzere pek çok kurumu vardı. Hububat, baklagil, narenciye, pamuk, incir, fındık, ayçiçeği, çay, zeytin gibi stratejik ürünlerin de salt kendi tür ve çeşitlerine yönelik kurumları vardı.
Bu kurumlarda iyi eğitim almış ve kendini mesleğine adamış teknisyenler, teknikerler, mühendisler, akademisyenler çalışırdı. Bunlar arasında en yeteneklileri hayatını verdikleri bu kurumlara yönetici olarak atanırdı. Buradaki yönetici de, teknik personel de kanunlara olan bağlılıklarından ötürü gelir geçer siyasilerin önünde asla eğilmezdi. Bu yönüyle özerk gibiydiler.
Bir de bu kurumların ürettiği bilgi birikiminin ülkenin dört bir yanında yaptığı tarımsal üretimi devralıp işleyen tarıma dayalı sanayi kuruluşları vardı. Şeker, yem, gübre, iplik ve kumaş, et ve balık, Çaykur, Tariş, Tekel, Fiskobirlik, Sümerbank gibi her birinin onlarca fabrikası bulunmaktaydı.
Bu kurumlar, laik Cumhuriyetin demokratik fikri ile Türkiye’yi ekonomisi güçlü bir tarım ülkesi yapmıştı. Yapılması gereken bunları daha da iyileştirerek tarım ürünlerine çok daha yüksek katma değer kazandırarak Türkiye’yi en azından Fransa, İtalya, Hollanda gibi tarım yapan ülkelerin önüne geçirmek iken, hepsine siyaset sokularak kapatıldı, yıkıldı, kent çeperlerinde oldukları için peşkeş çekilen arazilerine de konut yapıldı.
Örgütlenme Açısından:
Cumhuriyetin ilk elli veya altmış yılında Türkiye bir tarım ülkesi olsa da bir köylü toplumu idi. Cumhuriyet, tarımla uğraşanların bir an önce köylü olmaktan çıkıp modern bilgiye sahip örgütlü bir meslek olmayı gerektiren gerçek üretici, yani çiftçi olmasını istiyordu. Bunun olabilmesi demokrasinin gelişmesine, beraberinde miras hukukunun değişmesine ve tarım arazilerinin toplulaştırılmasına bağlıydı. Cumhuriyet karşıtı siyasi iktidarlar bu iyileştirmeyi yapmadılar çünkü tarım kesiminin cahil ve örgütsüz köylü kalması onların daha çok işine geliyordu.
Eğitim Açısından:
1846’da Ayamama Çiftliğinde kurulmaya çalışılan Ziraati Şahane Mektebiyle başarısızlığa uğrayan tarım eğitimi denemesi, 1892’de Halkalı’da açılan Ziraat ve Baytariye Mektebiyle devam etse de asıl 1933’de Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü ile bilimsel ve üniversal düzeyde tarım eğitimine başlandı. Daha sonra Cumhuriyetin topyekûn kalkınma planı kapsamında iklim, toprak ve su faktörleri göz önünde tutularak ülke sathında yirminin üzerinde Ziraat Ortaokulu ve Ziraat Lisesi, birkaç tane de Ziraat Fakültesi açıldı. Bu eğitim sistemi, yüksek nitelikteki bir tarım için birbirini tamamlayan bir yapılanmaydı.
Ancak orta ve lise kısımları 12 Eylülden sonraki neoliberal iktidarlar tarafından kapatıldı. Ziraat fakülteleri çokça açıldı ve üniversal eğitim de sulandırıldı. Diğer mesleklerde olduğu gibi ülkenin gerçeklerinden ve tarımdan kopuk ziraat mühendisi enflasyonu patlatıldı. Hepsi işsiz veya tarım dışı alanlarda hayatını sürdürmektedir.
Planlama Açısından:
27 Mayıs darbesinin devrimci, kalkınmacı bir adımı olan Devlet Planlama Teşkilatı 5 Ekim 1960’ta kurulmuştu. Cumhuriyetin ruhuna uygun bu planlamadan tarım da nasibini aldı. Tarımsal kurum ve kuruluşlarla devletin diğer ilgili teşekkülleri arasında üretimden pazarlamaya iyi kötü bir eşgüdüm vardı. Birçok aşamada iyi kötü bir planlama yapılmaktaydı. Ne yazık ki adı Adalet ve Kalkınma Partisi olsa da özünde adalete ve kalkınmaya karşı olan AKP iktidarı, 8 Haziran 2011’de tarımın hizmetindeki birçok kurum gibi DPT’yi de kapattı.
Dolayısıyla örneğin patates veya soğan ya da bir başka ürünün aşırı üretimden dolayı ucuzlayıp çiftçinin elinde yani tarlada kalmasının, ertesi yıl bu ürünlerin üretiminden vazgeçildiği için fiyatların uçmasının nedeni, bir üretim planlamasının olmayışındandır. Arz fazlalığında onları işleyip farklı mamullere dönüştürerek uzun süre muhafaza edecek katma değer yaratan bir teknolojiniz de yoksa bugünkü gibi taze tüketilen tarım ürünlerine bağlı hiper enflasyon her zaman kaçınılmaz olur.
Öyleyse DPT’nin kapatıldığı, ziraat odaları ile kooperatiflerin bir öneminin kalmadığı, çiftçinin devletçe desteklenmeyip üretimi yapamaz hale getirildiği hatta toprağından koparıldığı Türkiye’de tarımsal planlamadan söz edemeyiz.
Kamusal Açıdan:
Devletin tümden emperyalizmin güdümüne girmesiyle beraber her iktidar değiştiğinde ya da aynı iktidar döneminde tarım bakanlığının adının da değiştiğini görürüz. Bağlı birimlerin de öyle. Hatta sadece merkezde değil taşradaki il, ilçe teşkilatlarında dahi çalışan personelin bile ayak uyduramadığı hızda birimlerin şekli ve adı değişir. Bunlar yenilik değil tam tersi tarımın yapısallığını bozmaya, devleti zayıflatmaya yönelik girişimlerdir. Oysa güçlü ülkeler, kurumlarını nitelikli hizmet verecekleri şekilde ve ihtiyaca göre oluştururlar.
Türkiye büyük bir ülke ve tarım da kapsamı çok geniş bir alandır. Ancak bugün yönetilemiyor olması büyüklüğünden değil ülkenin gerçeklerinden kopuk yöneticilerin elinde çökmekte olduğundan dolayıdır. Orman bakanlığının ikide bir tarım bakanlığı ile birleştirilmesi, ayrıştırılması hem tarımı hem de ormanı önemsizleştirmektedir. Rasyonel düşünen bir iktidarın kısa dönemde yapması gereken şey, orman kısmı ile gıda kısmını ayırıp müstakil birer bakanlığa dönüştürmesidir. Evet, belki bazılarınızı şaşırtacak bir açıklama olacak ama gıda bakanlığının kurulması gerekiyor. Bunun gerekçelerini bir başka yazıda ele aldığımızda konu daha iyi anlaşılacaktır.
Özel Sektör Açısından:
24 Ocak Kararlarının uygulanmasına kadar Türkiye’de bir demokratik burjuva var gibiydi. En azından işçinin sendikalaşmasına, köylünün kooperatifleşmesine düşman değildi. Emekçiyi ekonomik ve sosyal açıdan muhatap alırdı. Aristokrasisi ise hiç olmadı Türkiye’nin. Osmanlıdan kalma derebeyleri sahip oldukları geniş toprakları modern tarımdan, kendilerini de sosyal ve kültürel hayatın dışında tuttular. Dolayısıyla kendilerinin de topraklarının da ülkeye ve yurttaşlara bir faydası olmadı. Kendileri de marabaları da ülkedeki cehaletin ve geriliğin iki aktörü olabildiler ancak.
Tarıma küçük çapta yatırım yaparak ayakta kalmak için çırpınanlar da zaten sermaye sınıfına dahil olacak çapta değiller. Ancak kendi yağında kavrulmaktalar.
AKP demokratik yoldan iktidara gelse de demokratik olmayan yollardan bir servet transferi yaptı. Devletin gücünü kullanarak o demokratik burjuvazinin yerine kendi beslemesi olan bir dinci ve yandaş sermaye sınıfı ikame etti.
Bu yüzden Türkiye’deki bu özel sektör din sömürüsü yaptığından gayrı millidir, kişi haklarına ve kamusal çıkarlara karşıdır. Aşırı vicdansızdır. Aşırı fırsatçıdır. Bunu, AKP’nin kanatları altında ve tarım alanında ihracat ve ithalat yapan tüccarlardan anlıyoruz. Ülkenin ve tarımın gelişmesi yönünde attıkları hiçbir adım yoktur. Ülkemize “Yağma Hasan’ın böreği” gözüyle bakıyorlar. Türkiye’nin ve Türk tarımının batması için iktidarla birlikte ellerinden geleni yapıyorlar.