TARIMIN ÇİVİSİ ÇIKTI
Amin Maalouf, Fransa’da yaşayan Lübnanlı Hıristiyan bir Arap’tır. Adı Kamal olan babaannesine, Atatürk’ün adı verilecek kadar da bir Osmanlı Türkü’dür. (Araplar Kemal’e Kamal der). Romanlarında daha çok tarihi konuları işleyen Maalouf’u, son yıllarda yazdığı “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı deneme kitabıyla farklı bir pencereden dünyaya baktığını görüyoruz.
Dünyanın iklimini, suyunu, toprağını, balığını, ağacını, bütün doğasını tahrip etmekle kalmayan insanın, nesnel ve tinsel olarak kendini tükettiğini de görüyoruz bu kitapta. İnsan, doğanın acısını görmezden geldiği gibi kendi yaşadığı ve başkalarına yaşattığı acıyı da hissetmiyor artık. Onun için eleştiriye, birbirini anlamaya tahammülü yok. Hoşgörüye, saygıya ve sevgiye yer kalmadı dünyada. Sömürüye dayalı kapitalizmin, kökten dincilerin, ırkçıların, iyilik meleği rolündeki cemaatlerin, insanlık dışı menfaatleri için işbirliği yapıp dünyayı kana bulayarak hayatı yaşanmaz hale getirmesinin bir eleştirisidir Çivisi Çıkmış Dünya.
TARIMIN YAPISAL ÇÖKÜŞÜ
Çivisi çıkmış dünyadan esinlenerek biz de herkesin çivisinin çıktığını bildiği ülkemizde, tarımın da çivisinin çıkmış olup olmadığının bir eleştirisini yapabiliriz diye düşündük. Her şeyden önce tarımı doğadan ve insandan ayrı düşünemeyiz. Zira tarımın doğanın bir ürünü, insanın da eseri olduğunu bilmemiz gerekiyor. Peki, mimarı olan insanlar yozlaşınca, kaynağı olan doğanın da dengeleri allak bullak olunca, tarımın sürdürülebilirliği diye bir şey kalır mı ortada?
Türkiye’de tarımın bu derece yok edilmiş olması, ancak onun yapısal çöküşüyle mümkün olabilmiştir. İyi de ülkede her şey güllük gülistanlık da sadece tarım mı çökmüş durumda, diyeceksiniz? Hayır, ülkemiz bir bütün olarak çöküşü yaşamaktadır. Çünkü tarım; güvenlik, eğitim, sağlık, sanayi, adalet ve daha pek çok yapı gibi Türkiye’nin bütünlüğünün bir parçasıdır. Bu yapılar hep birlikte, bir arada ve hepsi birden güçlü iken Türkiye bütünlüğünü koruyabilir ve ayakta kalabilir ancak. Tarım, en başta da ülkenin rejimiyle doğrudan ilgilidir! Rejim demokratik ve laik olunca, tarım da ülkenin güçlü ekonomisinin sağlam temellerinden birisi olur. Yok, dinci veya teokratik bir rejimde ise tarım, ülkenin geri kalmış ekonomisinin, parçalanmış, birbirine yabancılaşmış toplumunun işlevsiz, sönük, verimsiz bir sektörü olmaktan öteye gitmez.
Türkiye’nin doğalgaz, petrol gibi bitmek, tükenmek bilmeyen yeraltı kaynakları yok ki Müslüman Araplar ve Hıristiyan Venezüellalılar gibi bir kürdan, bir toplu iğne dahi üretmeden de ayakta kalabilsin! Türkiye tarımda Avrupalılar gibi çok çalışarak, katma değeri yüksek işlenmiş ürünler üreterek yaşayabilir ancak. İklim ve toprakları tarıma elverişli olsa da tarım kendiliğinden olmuyor. Atatürk’ün kurduğu demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin oluşturduğu tarımsal yapı, Türkiye’yi ekonomide güçlü kılmıştı. Bu iktidarın kendi şeriatını uyguladığı Türkiye’de ise tarımsal yapıyı ganimetçi politikalarla bozdukları için, ülkenin o güçlü ekonomisi de çöktü.
NİTELİKLİ KURUMLAR ANCAK TARIMI GÜÇLENDİRİR
Tarımda devleti temsil eden Tarım Bakanlığı’dır. Ülkenin merkezinde ve taşradaki en küçük yerleşim yerine varana kadar teşkilatları mevcuttur. Tarımın planlanmasından pazarlanmasına ve tüketimine, her aşamada gerekli tedbirleri alacak, politika belirleyecek olan kurumdur. Ancak ne çare; en son aldığı kararlara bir bakar mısınız: Daha önce ithal ettikleri etlerle birlikte şu an depolarda son tüketim tarihi bitmek üzere olan 50 bin ton kırmızı et bulunmakta. Bu etler iç pazara sunulmadan yeni et ithalatı kararı alınıyor. Hayvan yetiştirmekte zaten zorlanan besicinin yetiştirdiği hayvan elinde kalıyor. Ha keza soğan ve patates ithalatından dolayı, üreticinin, iç piyasaya veremediği için elinde kalan yerli soğan ve patatesini ihraç etmesi gerekirken, bakanlık bu ürünlerin ihracatını ön izne bağlıyor, yani ihracatı engelliyor. Olan Türk çiftçisine ve Türk tüketicisine oluyor. Yani bakanlık, kimi zaman ürünün tarlada kalmasına, kimi zaman depoda çürümeye terk edilmesine, kimi zaman da yerli üretim olduğu halde aynı ürünlerin ithal edilmesine aracı olurken, her halükarda Türkiye’de tarımın bitmesine sebep olmaktadır. Bunlara ilaveten, ülke tarımına ve çiftçisine hizmet üretmekle görevli bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarındaki alt veya üst düzeydeki yöneticilerin hiç biri liyakatiyle atanmış değil, hepsi iktidar partisinin çıkarlarını korumakla görevli. Ne diyelim; böyle bir bakanlık için evlere şenlik mi, yoksa düşman başına mı diyelim? Bunun izahını, okuyucumuzun sağduyulu vicdanına bırakıyoruz!
Tarımda üreticiyi temsil eden de ziraat odaları ve kooperatif gibi çiftçi kuruluşlarıdır. Bunlar, tarımın sorunlarını çözmekten, çiftçinin hak ve ödevlerini yerine getirmekten tamamen uzaklaştırılmış durumdalar. AK Parti iktidarı çiftçilerimizi sahipsiz bıraktığı kadar, onların örgütlü olduğu teşkilatlarını da itibarsız koydu.
Demokratik Cumhuriyet rejimi, bitkisel ve hayvansal tarımda kültüre alınan tüm tür ve çeşitlerin iklim ve toprak isteklerine göre geliştirilerek ıslah edilmesi amacıyla ülkenin her yanında Tarımsal Araştırma Enstitüleri açmıştı. Bu enstitüler yönetimde ve bütçelerini harcamada özerk olduklarından siyasetten de arîydiler. Bilimsel çalışmalarıyla tarımsal yapıyı güçlendiren bu kurumlardan geriye bir şey bırakmadı bu iktidar.
Türkiye’yi bir tarım ülkesi yapmada etkili olan kurumlardan biri de tarım eğitimi veren okullardı. Nasıl ki eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri’ni güçlü kılan bir eğitim sistemi vardı, tarımda da öyle; Ziraat ortaokulları, Ziraat liseleri ve Ziraat fakülteleri, bir eğitim zinciri şeklinde ağzıyla kuş tutan ziraatçılar yetiştiriyordu ülkemize. Tarımda kendine yeten bir ülke olmamız en çok bu eğitim düzeni sayesindeydi. Ziraat ortaokulları ile liseler kapatıldı, gecekondulaşan ziraat fakültelerinden mezun olan 56 bin ziraat mühendisimiz de tarım bittiği için boştalar.
Tarımda üretim yapamaz hale gelindiği, hammadde ihtiyacı da dışarıdan temin edilmeye başlandığı için tarıma dayalı sanayi ve gıda sektörü gerilemeye başladı. Et Balık, Süt Endüstrisi, Tekel, Şeker, Mensucat fabrikaları satıldığı için sadece tarım değil, ülke ekonomisi tümden krize girmiş durumda.
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü, her iklim bölgesindeki milyonlarca dekar verimli arazisiyle Türk çiftçisine örnek olsun diye kurulmuştu. Bu araziler bu kurum tarafından işlenmeyip, kiralama adı altında iktidar yandaşlarına peşkeş çekildi. Bunlarla birlikte sahipsiz kalan çiftçinin ekip biçmekten vazgeçtiği iki Trakya büyüklüğündeki verimli topraklar dururken, TİGEM hangi akla hizmetse gidip Sudan ve Somali gibi ülkelerde Türkiye adına tarım yapmak için arazi kiralamaktadır.
Türkiye’de tarımın çivisi çıktı, tarım tüm kurum ve kurallarıyla dağılmış durumda.
Ülkemizin tarımsal yapısını oluşturan büyük küçük daha birçok öğeyi uzun uzun ele alabiliriz. Lakin hepsi bizi aynı kapıya çıkarmaktadır: Tarımın çivisinin çıkmış olması nedeniyle bozulan yapısının yeniden eskisine veya eskisinden daha muhkem bir yapıya kavuşturulması, Türkiye’nin önce normalleşmesine ardından da yeniden demokratikleşmesine bağlıdır. Gayrisi, ülkemizin tarımsal yapısına yararlı bir gelişme olarak değerlendirilemez.