Tarımsal Burjuvazi – IV
“İhracatçı” aşamasına geçilmesi demek bana göre aynı zamanda “tam katma değer” aşamasına geçmek demektir. Burada “tam katma değer” tanımlamasını kullanmayı tercih etmemdeki sebep, önceki aşamalarda katma değer yaratılamayacağı gibi bir yanlış anlaşılmaya yol açmamak içindir. Doğal olan, birincil üretim düzeylerini kısmen dışarıda tutarak, sanayi aşamasında yaratılan katma değeri gözardı etmemektir. Katma değer aşaması ise ülkemizin uluslararası tarımsal pazar arenasındaki en, en zayıf noktasıdır. Bu nedenle temel hedef uluslararası pazar olmalıdır. Bu nedenle, geldiğimiz noktadaki tam katma değer aşamasını ihracatçı aşamasından başlatmak istiyorum.
Aslında gözden kaçan bu sorunun ne kadar tarihsel birikimin sonucu olduğunu göz önüne sermek; bunun farkındalığını oluşturmak; ‘niye ve neden satamıyoruz’; ‘niye ve neden kârlılığımız düşük’ soruları karşısında dikkatleri bu yöne toplamak, belki de bu çalışmanın en önemli amacıdır. Hatta sürecin bundan sonraki aşamalarını anlatmaya, açmaya bile gerek kalmayacaktır. Katma değeri yüksek üretim ve dış ticaretin, toprak-çiftçi-üretim-kurumsallık-profesyonellik birikimden gelen tarımsal sanayi/ci, ihracatçı portföyünden gelmesinin ne kadar faydalı olacağını anlatmaya çalışıyorum. Hatta burada bir kırılmanın olduğunu ve buradan ciddi bir akışkanlık sorununun oluştuğunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Pazardaki rekabetin ana unsurlarından birinin ürünün değişim değeri olduğunu; ürünün değişim değerini ise ürüne ait nicel ve nitel değerlerin yanısıra ürün sahibinin ve üreticisinin özgün değerlerinin oluşturduğunu söylersem, uluslararası rekabetteki en önemli faktörleri de söylemiş olacağım. Bu tespiti yaptıktan sonra ise toprak ve çiftçiden başlayıp “uluslararası rekabetçiliğe” kadar uzanan yolculuğun sonucunu, başlangıcın yarattığını belirtmeme gerek kalmaz diye düşünüyorum.
Şimdi bu noktada; “önce çiftçi, sonra işletmeci, sonra tarımsal sanayici, sonra ihracatçı, sonra uluslararası rekabetçi” olma politika amacının yolculuğundaki “tarımsal burjuvazinin” ve bu “yapının” yaratacağı “aracı-tampon mekanizmaların” tarım sektörü üzerinde ne kadar belirleyici olduğunu ve bu belirleyiciliğin ne kadar geniş, tarihsel, birikimsel ve neden-sonuç etkileşimli olduğunu ortaya koymaya çalışırken, buna dair bazı bilgi ve dayanaklarımız nedir ona bakalım.
Öncelikle kavramın bendeki çağrışım kaynağı, sosyoloji bilim literatürüne “tampon mekanizmalar” kuramını kabul ettiren ve bunu da Ereğli’de (Karadeniz) yapmış olduğu saha çalışmaları ile ortaya koyan, Türk sosyolojisinin büyük hocalarından Prof. Dr. Mübeccel Belik KIRAY’ı anmadan geçmeyelim. KIRAY, Ereğli çalışmasının ilkinde, kasaba olan Ereğli’de, köy – kasaba bağlantılarını sağlayan eşraf, tüccar kesiminin rolünü “tampon mekanizma” şeklinde kavramsallaştırarak bu kavramı dünya literatürüne kazandırmıştır. Ancak 11 yıl sonraki çalışmada, durumun flulaştığını, köy-kent bağlantısının ya köylülerce atlanarak kurulmaya çalışıldığını, ya da önceki tüccar-eşraf ekâbirlerinin siyasal alana, ya da daha büyük kentsel alana kaydığını fark etmiştir.
Biraz daha geriye giderek tarihsel birikime bakacak olursak;
Türk köylüsünün/çiftçisinin; Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki “reaya” yapısı yani mülkiyetsiz toprak işleme yapısı, yani toprağın sultan-hükümdar-padişaha ve ailesine ait olması ve işleyenlerin sadece “çalışmakla” mükellef olması;
Avrupa’daki feodalizmin, aristokrasinin, topraksız “serf” yapısının çözülmesine ve serf’lerin bir şekilde, geçiş aşamasını, hatta döneminin tam ifadesiyle, serseri dolaşım aşamasını geçip, tüccar-ticaret aşamasına ulaşması birikimini;
Serf’lerin topraktan getirdikleri işleme-toplama-işçileştirme süreçlerini ticarete uyumlandırması birikimini;
Üstüne üstlük, köylü sınıfının Fransız devriminin aktif rol oynayıcısı olmak suretiyle evrensel değerleri içselleştirmesi süreçlerini yaşayamaması gerçeklerini özellikle dikkate almamız gerekir.
Bu süreçlerin deneyimlenmemiş olmasının büyük kayıp olduğunu ve aslında konumuz olan tarımsal burjuvazinin oluşumunu da engellediğini söylemek durumundayız.
Haydi, biraz iyimser olalım: Engelledi yerine destek olamadı diyelim.
Bilindiği üzere, bu süreçler, 18. yüzyılda, Avrupa’da başlayan sanayileşme-endüstrileşme ve yeni ticaret ve tüccar burjuvazisinin türeme süreçleri ile atbaşı giden süreçlerdir. Ve sanayileşmeyi tetikleyen hatta belirleyen süreçlerdir. Biriken sermaye ile kapitalist ekonominin oluştuğu, oluşturulduğu süreçlerdir. Yine özellikle din – siyaset, din-ekonomi, din-tahakküm/hegemonya olgusunun ulus devletler üzerinden çözümlendiği, ortadan kalktığı süreçlerdir.
(Devamı Haftaya)