Toplumun McDonaldlaştırılmasından, Slow Food Hareketine…(III)
Slow Food Hareketi, hızlı ve ayaküstü yemek alışkanlığına karşı alternatif olarak geliştirilmiştir. Geleneksel ve yerel yemek kültürlerinin korunmasını, yerel ekosistemlerin ve doğal çevrenin özelliklerinin devamlılığını ve sürdürülebilirliğini, ‘’Yavaş Yemek” kültürü başlatmıştır.
Slow Food Hareketi, 1986 yılında Roma’nın en önemli ve canlı meydanlarından biri olan Piazza di Spagna’da ilk McDonalds’ın açılmasına verilen büyük tepki şeklinde, yerel tatların korunması için ortaya çıkan uluslararası bir küresel harekettir. Hareketin kurucusu gazeteci Carlo Petrini liderliğinde bir grup, açılışı tabaklar dolusu ‘’İtalyan makarnasını’’ sokağa fırlatarak protesto etmişlerdir. Amacı, tüm dünyada yayılmaya başlayan fast food yemek kültürüne karşı, yerel/yöresel geleneklerin kaybolmaması için yerel yiyeceklerin gücünü ve etkinliğini artırmaktır.
İtalyan şefler, ustalık gerektiren yemek işinin hafife alınmasını elbette kabul edemezlerdi. Bu sadece basit bir tepki eylemiyle sınırlı kalmadı. Dünya genelinde onlarca şef bir araya geldi ve Slow Food Birliği kuruldu.
Sloganı, ‘’iyi, temiz ve adil gıda’’ olarak yola çıkan oluşum, dünyanın her yerine yayıldı. Slow Food Hareketi; tarım, toplumsal, kültürel, tarım ve çevre de dahil olmak üzere hayatımızın bir çok alanına girdiği bir gerçektir. Bu harekete göre gıda güvenliğimiz, ekolojik denge içinde mutlak sürdürülebilirliğinin güvence altına alınmasıdır.
Slow Food Hareketi’ne göre günümüzde sebze, meyve ve tahılların yok olma tehlikesi, biyo çeşitliliğin ve sürdürülebilirliğin tehlikede olması, çevresel ve doğal düzenin tahribat, küçük ölçekli yöresel işletmelerin yok olması ve küresel kimlik kaybı gibi olumsuz sonuçlar bulunmaktadır.
Amerikan tarzı fast food kültürünün, tüm dünyaya egemen olduğu yıllarda karşılık bulan Slow Food Hareketi, bugün dünyanın tüm ülkelerine yerli üreticiyi ve yerel yemekleri koruyarak ve genişlemeye çalışmaktadır.
Slow Food Hareketi, yerel tohumlarla üretime, yöresel yemeklerin tüketimine, korunmasına, sosyal yaşamımızda yerel değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasına dikkat çekmesi ile diğer toplumsal gıda hareketlerinden farklılaşır.
Küresel fast-food yemek tarzı yemek yeme zevkimizi ve sosyalleşmemizi yok etmiş olup, Slow Food Hareketi ise, üyelerine zevkli ve yavaş yemek yemenin önemini savunmaktadırlar.
“İyi, temiz ve adil gıda” sloganıyla, kesinlikle gönüllülük esasına dayanan hareketin sembolü ‘’salyangoz’’dur.
Salyangozlar sürekli yiyerek, çok uzun mesafeleri yavaş yavaş sürünerek, salgıladıkları yapışkan ve parlak salgıları ile izlerini bırakır. Ekosistemdeki görevini yürüten bu canlı, çok sayıda hayvana besin kaynağı olarak da fayda sağlamaktadır. Doğal denge için çok önemli bir hayvan türüdür. Salyangozların çok özel vücut sistemleri mevcuttur. Görebilirler ama duyamazlar, dişli bir dil yapıları vardır, kış uykusuna yatarlar ve hem erkek, hem de dişi üreme organına sahiptirler.
Güzel ülkemde, Slow Food Hareketi için en önemli ve ilk örnekten bahsediyorsak, İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı ‘’Germiyan Köyü’’dür. Bu köyde, doğal ve katıksız ürünler kullanılıyor. Köyde yapılan üretimin temel amacı katıksız ürünler yaratmak ve geleneksel lezzetlerin devamlılığını sağlamak. Köydeki bir dükkanın tabelasında ağzında zeytin dalı taşıyan bir salyangoz görürseniz, bu dükkanın tamamen organik ürünler sattığının işaretidir.
Köy halkı ekmeklerini, katkısız doğal ekşi mayadan yapmakta, sebze ve meyvelerini kendi tarlalarında organik şekilde yetiştirmektedir. Tamamen doğal üretilmiş, peynire, zeytine, ekşi mayalı ekmeğe ve daha birçok yöresel lezzetli ve sağlıklı gıdaya gönül rahatlığı içinde ulaşabilirsiniz. Bu köyün en önemli özelliği, hiçbir şekilde mevsim dışı turfanda ürünlerin kullanılmamasıdır.
Germiyan Köyü’ndeki evlerin çoğunlukla duvarları beyaza boyanmış ayrıca, çiçek, salyangoz, ay-yıldızımıza ait figürlerle süslenmiş olması ayrı bir güzelliktir. Keşke tüm köylerimiz bu yerelliği ve bu güzelliği yansıtabilseler.
Sonuç olarak Slow Food Hareketi’nin esas amacı, ürünlerin doğaya uygun koşullarda taze ve yerel üretilmesi, ürünlerin üretim ve gelişim sürelerinin bilinmesi, ürünün doğrudan tüketiciye ulaştırabileceği bir yerel pazar alanına getirilerek, tüketiciye sunulmasıdır.
Ancak bu hareket, toplumun belirli bir kesiminin yemek tarzlarında organik ürün tercihi sebebiyle ilgisini çekebildi.
Yerel pazarlarda organik/hormonsuz/katkısız ürünler arayan/satan kişilerin sayısı her geçen gün artıyor olmasına karşılık, Slow Food Hareketi maalesef toplumsal hayatta belirli bir grup ile sınırlı kalmıştır.
İşlenmiş ve fabrikasyon ürün üreten firmaların etiketlerinde ve ambalajlarında ‘‘katkısız – doğal’’ vb. ibareler kullanmaya başlamaları olumlu bir süreçtir.
Türkiye’de, 2003 yılında kurulan Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı, dünyadaki gastronomi geleneklerini ve gıda çeşitliliğini, yöresel ürünleri korumak için çalışmalar yapmakta ve çiftçilerin ürünlerini daha kaliteli üretmesi konusunda çalışmalar yürütmektedir.
Günümüzde, yaşamımız Covid-19 sebebi ile durağan bir döneme girdi. Bu hareketin amacı yeniden topluma yeteri kadar anlatılıp, yeterli bilinç oluşturulursa tüm dünyada Slow Food Hareketi önemini daha da artıracaktır.
Yerel tatların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yapılan çalışmalara ön ayak olan Slow Food Hareketi, küreselleşmenin dayatmalarına karşılık yöresel ürün tüketerek daha sağlıklı beslenmenin özünü oluşturmaya devam edecektir.
Binlerce şubeleri ile tüm ülkeyi kapsayan yerli/yabancı market, AVM ve benzeri alışveriş merkezleri sayesinde, maalesef günümüzdeki küçük esnafın yaşam şansı ve varlığı pek kalmamıştır. Mahallemizdeki küçük esnafımıza gerekli desteği veremez isek, küreselleşen dünyada, küresel güçlerin egemenliği altına gireriz.
Küçük esnaf demişken, şahsen ben ve birçok arkadaşım, hamburger yerine yöresel ürünümüz olan cantık/lahmacunu bildiğim, tanıdığım, mesleğine saygılı, el becerisini damak tadımız için sergileyen, temiz, kaliteli, sıcak ve sevgi dolu hizmet sunan bir yerden yemenin mutluluğu içindeyiz. İhsaniye Mahallesi’nde 1990 yılından beri hizmet veren, ‘’Lale Pide Salonu – Tanju Erdip’’ ustamın elinden bu ürünleri yemenin ayrı bir huzuru ve tadı vardır. Tanju kardeşim gibi küçük esnafımızın, elbette büyük firmalarla, reklamlarla baş edebilmesi için, bizlerin esnaflarımıza sahip çıkmamız sayesinde mümkündür…
Var mıyız? Bizlere bu tür hizmet veren esnaflarımıza sahip çıkalım…
Maalesef, dünyamız gittikçe McDonaldlaşmaktadır…
İnsanlarımız, McDonaldlaşma kültürüne karşı hep birlikte direnip, daha özgür, sıcak ve insani ilişkileri fazla olan bir dünya sistemi yaratabilirler…
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…
Tansel beyciğim maalesef düşündüğümüz gibi yaşayamıyor,ancak yaşadığımız gibi düşünüyoruz.Bu çarpık gelişmeye ayna tutmuş olmanızdan dolayı kutluyor,sağlıklı bir yaşam diliyorum.
Veysel Abim…çok teşekkürler. ..saygılarımla. ..
Esnafa sahip çıkmalıyız, sonuna kadar katılıyorum. Esnaf da tüketiciye sahip çıkmalıdır. Bu bir döngüdür, bu döngü hiç bir zaman bozulmamalıdır. Menfaatler çakışmadığı sürece…
Vural Kardesim, çok haklısın…. selamlar…
Yavaş kentler …
Yavaş yemek ..:
Sevgili yazarım, tüm değerleriyle insan olmanın özelliklerini anımsatan, seri yazının bu bölümünü de zevkle okudum.
Kalemine yüreğine sağlık …
Raji Kardesim… çok teşekerler.
Elinize, gönlünüze sağlık. Vahşi kapitalizmin doymak bilmeyen para hırsı maalesef dünyaya tek tip insan olmayı dayatıyor. Ya buna boyun eğip zevksiz, tek düze, makineleşmiş insanlar olacağız ya da dediğiniz gibi bize bin bir lezzet ve duyguyu yaşatan esnaflarımıza destek olacağız. Selamlar, saygılar…
İdris Kardeşim. .. çok teşekkür. ..saygılar.