Toynak Yasası

19.10.2022
A+
A-

Dünyanın bir ucunda bir mera vardı. Meranın başı dumanlı dağları, yeşil vadileri, bereketli ovaları, çağlayan ırmakları vardı. Güneş burada en ideal mesafeden doğar, yükselir, yeterli enerjiyi bırakacak kadar oyalandıktan sonra batardı. Gökyüzü en çok bu meranın üstünde geceleri parıldar, gündüzleri mavinin hasına kesilirdi. Ondandı; kartalların en çok burada yüksekten uçması, envai börtü böceğin, kelebeğin yerdeki çiçeklerle dansı.

Dünya kurulduğundan beri hayvanların hası bu merada yaşardı. Doğuştan gelen hak ve özgürlüklerini keyiflerince yaşayabilmeleri için ‘Anayasamız’ dedikleri bir de sözleşme yapmışlardı.

Bu sözleşme; hep birlikte meranın sınırlarını korumayı, bu sınırlar içinde ihtiyaçları ölçüsünde yiyeceğe ulaşmalarını, istedikleri gibi ötüp, meleyip, böğürüp, havlayıp, kişneyip, anırabileceklerini, koşup, oynayıp, zıplayabileceklerini güvenceye alan bir sözleşmeydi.

Bir gün, kural dinlemeyip meranın sınırındaki kırmızı alana kadar giden bir grup eşek, sınırın ötesindeki çayırlıktan kendilerine seslenen bir grup kurda kulak kesildi. İçlerindeki alfa kurt, ”Hey arkadaşlar, biz sizinle sadece komşu değil akrabayız da. Anne tarafından dayılarınız oluruz. Mülk Allah’ındır, Allah’ın mülkünde sınır mı olur? El değmemiş bu çayırdan tıka basa karnınızı doyurmak istemez misiniz?” dedi.

İçlerinden biri ”Duydunuz mu, bak onlar bizim dayılarımızmış” deyince sınırın öbür tarafındaki kurtların yanına gittiler. Eşekler karınlarını doyurmanın derdindeyken alfa kurt, ”Bakın yeğenlerim, bizden size bir dayı nasihati: Sizin bu devasa kulaklara sahip oluşunuz Allah’ın size bir lütfüdür. Bu kulaklar, Allah’ın sizi özel yarattığının delaletidir. Bunun kıymetini iyi bilin. Ayrıca bize kalsa siz bu civardaki meraların en lezzetli otlarına layıksınız” dedi. Bu iltifat, diğer bütün hayvanlardan farklı olarak arkalarında büyük bir gücün olduğunu hissettirdi eşeklere. O andan itibaren kendi hakikatlerinin doruğunda oldukları zannının verdiği kibirli bir gurura kapıldılar.

Gün biterken, eşeklerin bir grup kurtla yan yana ve “Kurtlar bizim dayımız” şarkısını çığırarak döndüklerini gördü meralılar. İlk kanan eşek, ”Hamdolsun bugün dayılarımızla karşılaştık. Kendilerine misafir olduk. Sağ olsunlar bol ikramlarla bulundular. Gelirken yolda, komşu meralardaki eş dost akrabalarla yakınlaşmak için sınırlarımızın gevşetilmesi gerektiğini de konuştuk. Kendilerini, iadeyi ziyaret kapsamında sizinle tanıştırmak üzere meramıza misafir ettik inşallah” dedi.

Buna şaşıranlar; ”Kurtlar, ölmeyi ve öldürmeyi hayatının merkezine koyan kimselerdir. Bunlarla nasıl bir arada yaşayabiliriz? Hem siz bir eşek zümresi; kanunlarımızı ve kurallarımızı yok sayıp kendi başınıza ne hakla hepimiz adına karar veriyor ve hiç olmaması gerekeni oldubittiye getiriyorsunuz?” dediler. Ancak kurtların eşeklerin dayısı olduğu söylemi, oradaki birçok at, eşek, katır ve su aygırı üzerinde de duygusal bir etki bıraktığından itirazlar işe yaramadı ve kurtlar şanla şerefle meraya kabul edildiler.

O günden itibaren herkes şüpheyle bakmaya başladı birbirine. Meralıları içten içe yiyen, kahreden, kaygılandıran bir huzursuzluk başladı. Kimsenin kimseye bir güveni kalmadı. Kurtlar üç günlük misafirlik süresi dolmasına rağmen gitmediler. İlk zamanlar geride kalan yaşlı, hasta, sakatları yiyorlardı. Daha sonraki yıllarda meranın en leziz otlarıyla semirmiş koçlarını, aygırlarını, öküzlerini de devirmeye başladılar. Yedikleri önünde yemedikleri ardındaydı. Derken uzaktan yakından paylaşım kokularını alan her ipsiz sapsız leşçi, fırsat bu fırsat deyip meranın yolunu tuttu.

Geleceklerinden kaygı duyanlar, başından itibaren herkesi uyarmaya devam ediyordu. Buna meydan verenler ise işgalcilerin de desteğini arkalarına alarak bu uyarıları yapan hayvanların yerli ve milli olmadığını dolayısıyla sadece kendi dediklerinin doğru olduğunu dayatıyordu meralılara. Gelişmeler öyle bir hal aldı ki kurtlar ve diğer tüm leşçiler artık gizlice kuytuluklarda ya da gece karanlığında değil herkesin gözü önünde güpegündüz istedikleri hayvanı istedikleri yerde avlayabiliyordu. Böylece meralılar ne yana baksa, nalları dikilmiş yakınlarının yenmemiş toynaklarını, kafataslarını, sırt kemiklerini görüyordu.

Merayı bağımsız ve kendine yeter hale getiren iradenin yerini alanlar, kurttan kuştan arta kalan toynakların, sırt ve kafa kemiklerinin üstünün daha fazla örtülemeyeceğini anladı. Yonca, fiğ, korunga getireceğiz deyip kimsenin bilmediği topraklardaki kimsenin tanımadığı dostlarına gittiler. Dönüşte yonca, fiğ, korunga yerine merada leşlerden arta kalan toynakları ve kafa kemiklerini silip süpürecek sırtlan kafileleri getirdiler.

Gün geldi sırtlan nüfusu da diğer leşçi misafirler gibi çoğaldı, mera Yağma Hasan’ın Böreğine döndü, her leşçiye en lezzetli tarafından yeterli miktarda aslan payı düştü. Böyleyken kurt, sırtlan ya da çakal; kim taksın ki toynağı! Bu hali pürmelâlin doğal sonucu; meranın her santimetre karesinde, kuşundan karıncasına tükenmeye, yok olmaya direnen duyarlı hayvanların son çırpınışlarının acı çığlıkları yükselmeye başladı.

Güç zehirlenmesi yaşayan meranın muktedirleri, tam da bu çığlığı susturmak ve sahiplerini sindirmek amacıyla bu kez “Toynak Yasası”nı çıkardı. Bu yasayla, ortalıktaki toynak artıklarından hareketle meranın can çekiştiğini söyleyenleri, ‘dezenformasyon yapıyorsunuz’ suçlamasıyla meranın kuş konmaz kervan geçmez vadilerindeki saklı mağaralara tıkma yolunu seçti.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.