Türk tarımı yok oluyor

26.09.2019
A+
A-

Tarihin bize öğrettiği önemli bir tecrübe vardır: Hangi uygarlıkta ve hangi zaman diliminde yaşamış olurlarsa olsunlar, insanların, eğer örgütlü değillerse, köle oldukları gerçeğidir. Dünyadaki tüm siyasi mücadelelerin amacı, köleliği ya tamamen kaldırmaya ya da daha çok yerleştirmeye yöneliktir. Birbirleri ile çatışmaktan asla vazgeçmeyen bu mücadelenin ruhunda, bugüne kadar geldiği gibi, bundan sonra da aynı şekilde gitmek vardır. Geriye dönüp baktığımızda, insan hayatının bu kavgaya endekslendiğini, geriye kalan her şeyin ise birer teferruattan ibaret olduğunu görmekteyiz.

Tarihin insanlara miras bıraktığı bu kavganın ürettiği iki tane yaşama biçimi vardır. Bunlardan biri demokrasi, diğeri de despotizmdir. Demokrasi, bütün insanları özgür ve mutlu kılma iddiasındaki halkçı değerler manzumesidir. Despotizm ise, bir bireyin veya onu kendisine bayrak yaparak, keyfi ve kişisel menfaatleri etrafında birleşen halktan kopuk bir grubun, kölelik dahil mubah gördükleri her türlü insanlık dışı uygulamalarla çoğunluğa hükmetme arzusunda oldukları düzenin adıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, hedefine koyduğu muasır medeniyet seviyesine ulaşma isteği bunlardan birincisine, milletimizi bu hedeften saptıran bazı hükümetlerin yaptıkları da ikincisine örnek verilebilir.

‘ÇİFTÇİ VE ÇOBAN, BU ÜLKE İÇİN TEMEL ÖĞE’

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, azınlıklara mensup sınırlı sayıdaki zanaatkârlar topluluğu hariç; burjuvazisi olmayan çoban ve köylü bir toplumdan ibaretti Türkiye. Atatürk’ün 16 Mart 1923’teki Adana konuşmasında, “Arkadaşlar; ulusumuzu kurtaran halkımızın, ileri ve önde gelen gelişimini en çok çiftçilerimizden sağlamalıyız. Çünkü çiftçi ve çoban, bu ülke için temel öğedir. Gerçi diğer öğeler, bu temel öğe için gerekli ve yararlıdır. Ancak hiçbir kuşkuya kapılmadan bilmeliyiz ki o temel öğe olmazsa, diğer öğeler de yoktur” demesinden, başta çiftçi ve çoban olmak üzere ülkedeki bütün meslek gruplarını ve hep birlikte ileri düzeyde gelişmiş örgütlü bir toplumu kastettiğini anlıyoruz.

Her meslek grubu gibi ülkemizin çiftçisi ve çobanı da bu gelişmişlikten payına düşeni aldı. Ziraat odaları ve kooperatiflerde örgütlendi. Çiftçi gerçek üretici, çoban da modern hayvan yetiştiricisi oldu.

Ancak Cumhuriyet devrimlerinin karşısında konumlanan saltanatçı ve hilafetçi hükümetler, ziraat odalarını iktidarlarının arka bahçesi haline getirdi. Atatürk’ün “Bu memleketin hakiki efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür” sözünü kuşa çevirip; “Sen milletin efendisisin, oyunu bize ver, gerisini merak etme” diyerek, Cumhuriyetin gerçek üretici, gerçek çiftçi yapmaya çalıştığı köylünün, hep köylü ve cahil kalması için çaba sarf etti, bu Amerikancı iktidarlar.

Neoliberal 24 Ocak Kararları’nı hayata geçirmek, Türkiye’nin ağır aksak da olsa işleyen demokrasisini ortadan kaldırmak, Cumhuriyetin o güne kadarki tüm çağdaş kazanımlarını kaybettirmek amacıyla 12 Eylül darbesi yapıldı. Kuru incir, fındık, pamuk, tütün, çay, ayçiçeği, narenciye, kiraz başta olmak üzere birçok tarım ürününde dünyanın önde gelen ihracatçı ülkelerinden biriyken, Turgut Özal hükümetince çiftçinin ve tarımsal üretimin üzerindeki koruma kalkanı kaldırılarak, tarım ürünleri ithalatı yapılmaya başlandı. Buradaki amaç, sahipsiz ve desteksiz bırakacakları Türk çiftçisinin, dünyadaki çiftçilerle rekabet edemeyecek duruma gelmesini sağlamaktı. Buna rağmen çiftçi üretime devam etti. Siyasi yelpazenin sağındaki ve solundaki partilerin kurdukları koalisyon hükümetlerinin yönetiminde ülkemiz kendi yağında kavruluyordu ki, 12 Eylül’ü yaptıranlar bu kez kendi elleriyle kurdukları AKP’yi demokratik söylem ve yöntemlerle iktidara getirdiler.

DÜNYADA ÇİFTÇİYE ÜRETİM DESTEĞİ VAR

AKP, iktidara yerleştikten sonra demokrasiyi rafa kaldırdı, tek adam rejimine geçti. Köylerde birkaç tavuk, koyun, keçi, inek yetiştirerek, birkaç dönüm tarla ekip biçerek çoluk çocuk hayata tutunanların geçimini zorlaştırıp, şehirlere göç etmesinin yolunu açtı. Gayri safi milli hâsılanın yüzde 1’ini tarıma destek olarak vereceğini söylerken, bunun ancak 0,5’ini, onu da ‘çiftçi ne yapacağını, ne ekeceğini bilmesin’ diye 1 yıl gecikmeyle verdi. Bütün dünya, çiftçisine verdiği mazottan vergi almaz veya düşük vergi alırken, sadece mazota değil tüm tarım girdilerine her yıl yüzde yüze yakın zam yaptı. Çiftçinin ürettiği ürünün fiyatı ise hep aynı kaldı. Çiftçi üretimden elini çekti. Bankalara olan borcunu ödeyemediğinden tarlasına, traktörüne ipotek kondu. Ülkemizin verimli tarım toprakları atıl kaldı. Et ve süt ürünleri dâhil tarım ürünlerinin tamamında ithalata gidildi. Fiyatlar arttı, bu kez tüketici de mağdur edildi.

ELEŞTİRİYE CEZA GELDİ

Tarımdaki bu tükenmişliğin, çiftçinin ve hayvan yetiştiricisinin sabrını tükettiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. 5 milyon üyesinin olduğunu iddia eden ve Türkiye’nin en büyük, en eski sivil toplum kuruluşu olan Türkiye Ziraat Odaları, kooperatifler ve diğer tüm çiftçi örgütleri bütün bu olup bitenler karşısında daha fazla kafalarını kuma gömmek istemiyorlar.

Düşünebiliyor musunuz; Karacabey Ovası’nda 6 bin dekara yakın arazisinde ve binlerce büyükbaş hayvanın olduğu işletmesinde dünyanın en modern tarımını yapan örnek bir çiftçimiz, Sencer Solakoğlu var, bir de ülkemiz ve çiftçimiz açısından büyük bir talihsizlik olduğuna inanılan bir tarım bakanımız. Bu değerli çiftçimizin, tüm tarım camiasının hemfikir olduğu; ‘bakanın görevinde yetersiz kaldığı’ ile ilgili hafif eleştirisine dahi tahammül edemeyen bakan, bu çiftçimizin yılda 2 milyon lirayı bulan tarımsal desteğini hukuka aykırı bir talimatla kesti. Sahiden böyle bir tarım bakanımız varken, ülkemizde tarımın iyileşmesini nasıl bekleriz?

‘ÜLKEMİZ İÇİN YARIN GEÇ OLABİLİR’

Dolayısıyla Türkiye bir tarım ülkesi olduğuna göre, iktidarın da uygulamalarıyla çiftçiyi, tarımı hatta ülkeyi getirdiği yer koskoca bir ‘tükenmişlik’ olduğuna göre; öyleyse çiftçilerin ve ürettikleri ile beslenen tüketicilerin hep birlikte AKP iktidarına göstereceği şey, kırmızı karttan başka ne olabilir ki!

AKP, ülkeyi iktidara geldiği günkü bulunduğu noktadan çok daha gerilere götürdü. Başarısızlığını gizleyerek, iktidarını sürdürmek gayesiyle ülkenin başını içeride ve dışarıda belaya sokmak isteyebilir. Ama bir tarım ülkesi olan Türkiye’de, tarımın tamamen bitirilmesinden sonra yapılacak tek şey var; o da bir erken seçimi zorlayarak, buna sebep olanları bir an önce iktidardan uzaklaştırmaktır. Aksi takdirde, ülkemiz tümden yıkıma gidiyor, yarın çok geç olabilir!

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.