Türk tarımının Yalova cephesi de kuşatmaya alındı
Çağımızın toplumları, demokratik kurum ve kurallarıyla bir de ekonomik mal ve hizmet üreten kuruluşlarıyla saygındırlar veya değildirler. Atatürk’ün çiftliklerinin de içinde yer aldığı tarımsal kuruluşlar, ekonomik zaferin tacına takılan incilerdendi. Aynı zamanda bu kuruluşlar, ülkemizin askeri ve siyasi zaferini kalıcı hale getirmek üzere verilen iktisadi savaşlarda oluşturulan muhkem cephelerdi. Neden cephe diyoruz? Çünkü Cumhuriyetin tüm kazanımlarına karşı olduğu gibi, milletin ekmek tekneleri olan tarım kurum ve işletmelerine karşı da 1950’lerden beri içerden ve dışarıdan saldırı başlatıldı. İhanete vardırılan saldırılar ve bunlara karşı gelişen haklı direniş devam ediyor da ondan, cephe deyimini kullanıyoruz.
KADİM VE ÇAĞDAŞ BİR MİLLET
Tarihte Türk topluluklarını yönetenler kadimden beri ”Kağan” iken, Orta Asya’da Çin’in etkisinde kalarak “Han”dılar. İran’da Acem’in etkisinde “Şah”tılar. İstanbul’da Araplaşarak “Sultan” oldular. Türk milletinin kendisiyse ancak binlerce yıl bu alemde çalkandıktan sonra Atatürk’ün önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşıyla kimliğini buldu. Aşağılanmaktan, ezilmekten, sömürülmekten kurtuldu. Çağdaş bir ulus oldu. Kendi olmakla öğündü, saygı gördü ve bundan sonsuz mutluluk duydu.
Tarih boyunca oradan oraya koşturulan milletimiz yorulmuş, tükenmiş, dolayısıyla dünyada her alandaki gelişmeyi ıskalamıştı. Buna rağmen yurdu işgalcilerden temizledi. Milleti işgalcinin esaretinden ve işbirlikçisi padişahın kulluğundan kurtaran azim ve kararı, kalkınmada kendisini dünya ile rekabet edebilecek düzeye çıkaracak potansiyeli de taşımaktaydı. Atatürk o potansiyeli gören ve harekete geçiren bir önderdi. Türk milleti ile yüce önderi Atatürk’ün, tüm tabiat ve karakterleriyle birbirlerini tamamladıklarına, tarihin huzurunda bütün dünya tanıklık etti.
Cumhuriyetten evvel, milletin hal-i pürmelalinden bihaber çökmüş, çürümüş bir saray devleti vardı İstanbul’da. Milletin ekonomik, sağlık, sosyal hayatı perişandı ve bu durum sarayın umurunda değildi. Dünyadaki teknolojik kalkınmadan ve refahtan da, sarayın sürü bilip gütmeye çalıştığı millet bihaberdi. Dolayısıyla tarım, atadan dededen kalma çok ilkel yöntemlerle yapılmaktaydı.
TARIMDA DEVRİM
Atatürk, toprağın kudretini bilen bir devrimciydi. Lakin sanayinin zerresi. kalifiye işgücü ve sermaye yoktu. Böyle bir durumda, tarımı ekonominin temeline oturtacak bir kalkınma stratejisi belirlenmeli ve devletçi dediğimiz karma ekonomik modelle de Büyük Türk Devrimi tamamlanmalıydı. Zira Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ekonomik zaferin kazanılmasına bağlıydı. Onun için insanlık tarihinin askeri ve siyasi dehası yeniden savaş meydanlarındaydı ve bu kez savaş toprakla yapılacaktı. Büyük Komutanı, bundan sonra önder çiftçi olarak traktörün üstünde çift sürerken, işletmelerin yerleşim planlarını, güvenilir ve sağlıklı gıda üretimi planlamasını yaparken, üreticinin gücünü ve fikrini birleştireceği kooperatiflerle tarıma dayalı sanayi fabrikalarını kurarken gördü Türk halkı.
Cumhuriyeti kurduktan sonra kendi parasıyla ülkenin birbirinden uzak beş köşesinde toplam 154 bin 729 dekar arazi satın aldı Atatürk. Dörtyol’daki portakal bahçesi hariç hepsi bakımsız, kıraç, çorak ve bataklık yerlerdi. Bütün bu arazileri aklın ve bilimin ışığında ıslah ederek verimli ve üretken birer çiftlik yaptı. Bunlardan birisi de 1929’da aldığı ve adını “Millet Çiftliği” koyduğu Yalova’daki 113 dekarlık araziydi.
Atatürk’ün buradaki amacının iki türlü olduğunu görüyoruz: Birincisi, yerine göre bir kısmının düzenlendiği bu çiftlikler sayesinde çevreyi güzelleştirmek, halkın gezip dinleneceği sağlıklı mekanlar oluşturmak ve insanlara esenlik veren ferah ortamlarda güvenilir, temiz, sağlıklı yeme, içme ve eğlenme kültürünün yaşatılarak öğrenilmesini, geliştirilmesini sağlamaktı. Başka bir açıdan bakıldığında, köylü olan toplumumuzun kente taşınanlarının kentli yaşamına geçişini kolaylaştırmaktı. İkincisi ise topraktan geçinen yurttaşlara, yani geri kalmış köylüye, çiftçiye, hayvan yetiştiricisine örnek olacak şekilde modern tarım yapmaktı. Çünkü çiftlikler o günün bilgisine, tekniğine dayalı işletildiğinden, bulundukları bölgelerdeki çiftçiler için bir okul görevi yapmakta, onları fiilen bu merkezlerdeki tarım alet makine ile tohum ve damızlık gibi girdilerden yararlandırmaktaydı.
ATATÜRK’E VE CUMHURİYETE YAPILAN HER TÜRLÜ SALDIRI, TARIMA YAPILMIŞ SAYILIR
Atatürk, bu çiftliklerini 1937 yılında tüm mevcudiyetiyle ve hiçbir şekilde amacı dışında kullanılmaması şartıyla Türk milletine miras bıraktı. Ancak bunu yapan Atatürk, aynı zamanda tarihte emperyalizmi yenmiş tek insandır. Onun bu yengisi emperyalizmin bölgemizdeki oyununu bozmuş, tarihin akışını da değiştirmiştir. Dünyanın hiçbir devleti, onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti gibi demokratik, laik, sosyal hukuk devleti değildir. Biz bu dört kelimelik manzumenin hakkını vermedik, o ayrı! Ama dünyanın hiçbir anayasasında bu bütünlüğe rastlayamazsınız. İşte, Çanakkale Savaşlarıyla birlikte Atatürk’e, Cumhuriyeti kurduktan sonra da hem Cumhuriyete, hem de manevi şahsına içerden ve dışarıdan yapılan ve sonu gelmeyen hücumların asıl nedeni budur.
Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin kendisidir. Onu tüketmeyi başarırsanız, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyetinden geriye hiçbir şey kalmaz. Bugün onun adını taşıyan havaalanlarının, stadyumların yıkılması, kaldırılması, kurumların da içinin boşaltılmasının altında bu yatmaktadır. George Curzon’dan Mustafa Sabri’ye, Churchill’den Vahdettin’e, Menderes’ten Özal’a, Erbakan’dan Evren’e, Trump’tan Erdoğan’a, püsküllü püskülsüz şarlatanları hesaba bile katmıyoruz; önemli mevkilerde bulunan pek çok şahsiyetin kimisinin diplomatik lisanla, kimisinin de doğrudan hakaret edici sözlerle Atatürk’e saldırdığını bilmeyen yok. Görülüyor ki bu saldırılar mevzi kazandıkça, Cumhuriyet mevzi kaybediyor. Türkiye’nin geldiği bugünkü nokta, bütün çıplaklığıyla gözler önündedir. Dış politikada, ekonomide, eğitimde, sağlıkta, yargıda, hele hele tarımda…
TARIMCILARIN KIRMIZI ÇİZGİSİ DE BU ENSTİTÜLER OLSUN
Biz tarımcıyız, tarımda, sonuna kadar söz söyleme hakkını kendimizde buluruz! Atatürk’ün Yalova’daki çiftliği, 1961 yılında onun vasiyetine uygun olarak “Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü”ne dönüştürüldü. Türkiye’de tarımın farklı alanlarında bilimsel çalışmalar yapan 11 enstitüden biridir. Yaptığı çalışmalara bakılırsa yetersiz bile denebilecek o 113 dekarlık arazide, 1.871 meyve ve üzüm, 245 sebze ve mantar, 1.588 süs bitkisi çeşidinin gen kaynağı korunmaktadır. Asıl önemlisi, 67’si meyve, 41’i sebze, 6’sı da süs bitkisi olmak üzere 114 yeni çeşit bahçe bitkisi geliştirilerek Türk tarımına ve insanlığa kazandırılmıştır. Tarımsal araştırma enstitüleri, dünya ile rekabet halinde olduklarından denebilir ki Türk tarımının kozmik odasıdırlar. Yeni çeşitleri geliştirip üretime sokarak verimliliğin yönünü tayin ettiklerinden dolayı da Türk tarımının kutup yıldızıdırlar.
Üstelik Yalova halkının millet bahçesine ihtiyacı da yok. Yalova’nın da, Türkiye’nin de tarımsal üretime ihtiyacı var! Onun için Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsünün millet bahçesi bahanesiyle kaldırılmasına asla izin veremeyiz. Bu kuruluş, yaptıklarıyla bir dünya markasıdır, bu aşamaya da kolay gelmedi. Millet bahçesi diye karşılığı olmayan bir anlamsızlığa kurban edilemez. Millet bahçeleri, anlaşıldığı kadarıyla AKP’nin halkı kandırma, lümpenleştirme aracıdırlar. Yahu, Türkiye’nin kalkınmasına öncülük eden kuruluşların yerine çay, simit, kek servisi yapmaktan başka bir işlevi olmayan piknik alanlarının ikame edilmesi nasıl düşünülür? Bu nasıl bir kafa? Bu kuruluşlar elimizden giderse, yeniden başa dönmüş oluruz. Peki, bu, millet olarak kendimizi inkar olmaz mı?
MİLLETİ DE TARIMCILARI DA KANDIRAMAZSINIZ
Rahatsız edici söylemlerden biri de buradaki Atatürk köşküyle ilgili yapılan sansasyondur. Türklerin yaşamında devasa saraylara yer yoktur. Tarih boyunca, milli dini, kamu özel fark etmez, yapıların tamamı mütevazıdır. Hepsi doğayla ve insan erdemiyle uyum içindedir. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de böyledir. Havaalanından hastanelere, camilerden Erdoğan’ın saraylarına AKP iktidarında yapılanlar hariç tabi. Buradaki Atatürk köşkü, sarayları geçtik AKP’nin zengin ettiği görgüsüzlerin konutlarının nizamiye kapısı bile olamaz. Ama her şeyden fırsat yaratabilen AKP, bunu da siyasi propagandasına malzeme yapıyor; Sanki Yalova halkı Atatürk köşkünden dolayı mağdur oluyormuş da öyleyse biz de onu kaldırır, enstitüyü de kapatır, dört bine yakın bahçe bitkisinin gen kaynağını da kurutur, orayı millet bahçesi yapar ve böylece çay, simit, kek yeme özgürlüğüne kavuşan Yalova halkının mağduriyetini gidermiş oluruz. Öyle mi!
Türkiye eski Arabistan değildir, Yalova’da eski Şam değildir. Peygamberin mescidini kapatarak, Hıristiyanların Ayasofya gibi görkemli mabetlerine özenerek, İstanbul’dan Ermeni taş duvar ustalarını getirtip Şam’da Yeşil Sarayını ve Emevi Camini yaptıran Muaviye, bu yapıların etrafında da millet bahçeleri kurup, ganimetten topladığını gün boyu bu bahçelerde oturanlara yedirip içirip kendisine biat etmelerini istemişti. “Bir hafta içinde Esad’ı devirir, Emevi Camisinde de Cumamızı eda ederiz” özentisinde olanların bir diğer özentisi de bin üç yüz yıl öncesinin bu Emevi patentli millet bahçeleri olmasın?