Türkiye’nin Muhalefeti ve Çoban Aldatanlar
Muhalefet partilerinin neyi söylediği, neyi söylemediği, neyi söylemesi gerektiği, halkı onlardan daha fazla ilgilendiriyor.
Zira halk, iktidar tarafından yüce değerlerinden koparılarak yozlaştırıldı, kamusal varlıklarına, kaynaklarına el konularak yoksullaştırıldı, emeği sömürülerek köleleştirildi, yüzde doksanı artık açlık sınırının altındaki bir sadaka ile geçinmek zorunda bırakıldı. Halkın derdi bu cendereden nasıl çıkacağı iken, muhalefet partilerinin derdi de yapılacak seçime kadar bu kapsamdaki sorunlara ne çözümler getireceklerini halka anlatmaları olmalıydı. Ancak ana muhalefet partisinin, siyasal İslam’ın kadını insan olmaktan çıkarmasının, Türkiye’yi bir adım sonra İran, iki adım sonra Afganistan yapmak isteyişinin simgesi olan türbanı, hiç gereği yokken seçim sathında diline dolamasının ardından “muhtarlara yardımcı eleman atayacağız” demesi de affedilmez bir hatadır. Bu söylem birçok kimsenin gözünden kaçmış olabilir ama önemli bir ayrıntı.
Türkiye’de 32 bin 125’i mahalle, 18 bin 211’i de köy olmak üzere 50 bin 336 muhtarlık bulunmaktadır. AKP, oyları daha kolay konsolide etmek, tarım alanlarını yok etmek amacıyla çıkardığı “bütünşehir yasası” ile köylerin statüsünü mahalleye dönüştürdüğünden köy sayısı bu kadar düşük gösteriliyor. Oysa Cumhuriyet kurulduğundan beri büyük küçük var olan köylerin hepsi yerinde duruyor. Azalan, köyler değil; tarımı yapamaz hale getirilen köylülerdir. Dolayısıyla tarımın ve hayvancılığın yapılabileceği köylerin ve kent kıyılarındaki mahallelerin sayısı hala 40 binden az değildir. Kamu hizmetlerinin daha verimli yapılmasına yönelik bir muhtarlık kanunu çıkartılmasına kimsenin bir şey dediği yok. Ancak ‘her muhtarlıkta bir personel istihdam edeceğiz’ demek, muhtarlık kurumu ile ülkenin gerçekleriyle bağdaşmayacağı gibi bunun seçmende herhangi bir karşılığı da olmaz.
46 ziraat fakültesinin yılda 5 bin mezun verdiği ülkemizde, kamu ve özel sektörde çalışanlara emekli olanlar da dahil edildiğinde toplam 150 bin ziraat mühendisi bulunmaktadır. Bunların ne kadarının kendi meslek alanı dışındaki işlerde çalıştıkları bilinmese de en az 35 bini işsiz durumdadır. Bu nitelikli insan kaynağının olduğu Türkiye gibi tarıma en elverişli bir ülkenin tarımda dünyaya hâkim olması gerekmez miydi? Tam tersi; tarım yapılmadığından köyler boşalmış, Türkiye çoktan tarım ülkesi olmaktan çıkıp tümüyle ithalatçı bir ülke durumuna düşmüştür. Muhalefetin bu çelişkiyi açıklaması, açıklamakla kalmayıp bu konudaki çözümünün ne olduğunu söylemesi gerekmiyor mu?
Türkiye, Norveç değil ama Norveç de olsa görevi, özetle seçmen kâğıtlarını dağıtmak, seçmen listesini askıya çıkarmak, kamu kurumları ile mahalleli veya köylü arasında karşılıklı bilgilendirmelerde ve bildirimlerde bulunmak, hizmet için gelen kamu görevlilerine kolaylık sağlamakla sınırlı muhtarlara yardımcı personel mi verilir? Elli bin küsur muhtara sekreter vermek yerine, neden “kırk bin köye birer ziraat mühendisi, toplamda on bin de veteriner hekim atayarak, tarım ve hayvancılığı yeniden canlandıracağız” demiyorsunuz?
Bir adım daha ileri gidip, “bugünün bilgi ve teknolojisiyle köyleri eski üretkenliğine, neşesine kavuşturmak üzere iç göçün yönünü köylere döndüreceğiz, her köye ihtiyacı kadar öğretmen, doktor, hemşire atayacak, kooperatifsiz köy bırakmayacağız” demiyorsunuz? Türkiye’nin entelektüellerinden İlber Ortaylı bile artık köylerin ülkenin geleceğini tehdit edecek derecede boşaldığının farkına vardı. Gerçi Türkiye’de aydınların, fark etseler bile söylemeye cesaret etmemek gibi bir alışkanlıkları vardır. Ama İlber hocanın bu cesareti göstermesi, tarımın yok edildiğinin anlaşılması bakımından sevindiricidir. Biz bu ülkede bir çobanız, bizim yıllardır söylediklerimizi dikkate almıyorsanız bari ona kulak verin!
Hallolmuş ve ülkenin gündeminden düşmüş türban yasasını çıkarma fikrini ana muhalefet partisine kim verdi bilemeyiz. Ancak muhtarlara yardımcı eleman tahsis etme fikrinin menşeini kamuoyu az çok biliyor. Bilindiği kadarıyla Türkiye’de sadece bir yerde, belediye, üstüne vazife değilken muhtarlıklara tam mesai kendi personelini tahsis etmiş bulunuyor. İşe alınanlar da muhtarların çocuklarıdır, değilse de bir yakını istihdam edilmiştir. Bunu yapan yerel yönetim, görevi olduğundan ya da ihtiyaç olduğunu düşündüğünden değil; yaklaşık çeyrek asırdır o yerelde oluşturduğu saltanatına o kentin muhtarlarını da kalıcı bir dayanak yapmak istediği içindir.
Ana muhalefetin, yerelde birilerinin şahsi çıkarlarına hizmet etsin diye ördüğü bu çorabı milletin başına geçirmeye kalkışması, AKP’den daha tehlikeli bir yönetim anlayışına sahip olabileceğinin de işaretidir. Siyasal İslamcılığı doğuştan gelse de halka ne kötülükler yapacağını anasının karnında öğrenmedi AKP. Dolayısıyla muhalefet, kendisine bu ve benzeri önerilerde bulunanların; yolsuzlukların, vakıflara kaynak aktarmanın yol ve yöntemlerini, Şamil Tayyar’ın isim babası olduğu borsaların işleyişini AKP’ye öğretenlerle aynı kimseler olup olmadığına dikkat etmelidir. Çünkü bunlar her kaba göre şekil alabilen, ulandıkları, uyarlandıkları her yapıda kendini gizleyebildikleri özelliklere sahiptirler. Ülke yönetişimindeki bütün imkan ve kabiliyetleri ele geçirme yeminiyle afyonlanmışlardır. Özgür, onurlu ve erdemli bireylerden müteşekkil bir halk, bağımsız ve egemen bir ulus olmamıza karşı koymanın bin yıllık vekâletini üstlenmişlerdir. AKP ile gelmediler, AKP ile de gitmeyecekler. Hem; türban ve muhtarlıklara yardımcı personel atamak gibi konular da Türkiye’nin ne bugünkü ne de yarın ki sorunu değildir, olsa olsa ülkeyi geride bırakacak dinci ve faşizan otokrasilerdekine benzer uygulamaların daimi kaynağı olur ancak.
Türkiye seçime bıçak sırtında gidiyor. Halk ya AKP iktidarının yarattığı bu cehennemde yaşamaya devam edecek ya da muhalefet ayakları yere basan plan ve programlarla kendisini ikna edebilirse, milli iradeye dayalı parlamenter sisteme geçecek. O yüzden muhalefetin bu bıçak sırtı mesafede kılavuzlarını ve yol arkadaşlarını doğru olanlar arasından seçmesi ve hata yapmaması gerekiyor.