Türkiye’yi saran ateş çemberi daralıyor
AKP’yi iktidara getirenler, Türkiye’yi ne zaman, nasıl ve nerede baskılayacaklarını, ta o günden planladıkları bir çembere almış bulunmaktadır. O çember, gittikçe daralıyor.
Ekonomik göstergeler alarm veriyor: Tarım ve hayvancılık sektörü bitti. Üretim yapılamıyor, bitkisel ve hayvansal ürünlerin tamamında doğrudan ithalata bağımlı hale gelindi. Üretimin en az yüzde yetmişinin ithal girdilerle yapıldığı reel sanayi sektörü, kur yükselişinden ötürü ithalat yapamayınca gerilemeye başladı. Enflasyon yüzde yirmilerden aşağı inmiyor. İşsizlik yüzde on beşleri geçti. Dış borç beş yüz milyar dolara yaklaşıyor. Cari açık, gayri safi milli hâsılanın kritik eşiğini çoktan aştı. Türkiye ekonomisi, yatırımcı kuruluşlar tarafından kredibilitesini yitirmiş dünyanın en kırılgan ekonomileri arasındaki yerini aldı. Böyle giderse bir sonraki G-20 zirvesine katılamayacağı şimdiden belli.
Eğitim ve sağlık, kar amaçlı birer ekonomik sektör haline getirildi. Sistemsizliğin ve denetimsizliğin hâkim olduğu, eğitimdeki amacının biat eden kitleler yaratmak olan, sağlıktaki amacının ise hastayı müşteri yapan plansız, programsız eğitim ve sağlık hizmetlerinin verildiği uygulama alanlarına döndü.
Sosyal ve kültürel hayatta yozlaşmış bir toplum yaratılmaya, çağın gerçeklerinden ve Türk milletinin beklentilerinden tamamen kopuk bir toplumsal doku oluşturulmaya çalışılmaktadır. Sadece gelişmiş uygar dünyanın değil, kadim Türk töresinin ve yüz yıllık laik Türkiye anayasasının da insanlık dışı bir sapkınlık, bir suç olarak gördüğü kadın düşmanlığı ile çocuk istismarı topluma kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu kadarla da yetinmeyip üstüne üstlük başta Suriye olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinden ne idüğü belirsiz on milyona yakın sayılarla ifade edilen güruhlar, toplumumuzun dokusunu bozmak amacıyla ülke sathına salınmış durumda.
Demokrasiye son verildi. Toplumsal sözleşme dediğimiz anayasa rafa kaldırıldı. Devletin hiçbir kurumunun özerkliği kalmadı. Ülke, adına kararname dedikleri, bir kişinin iki dudağı arasından çıkan sözlerle idare ediliyor. Yargı, Cumhuriyetin bağımsız yargısı olmaktan çıkartılıp, iktidar partisinin toplum üzerindeki baskı aracına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Devletin tüm bürokrasisi de öyle!
İç ve dış politika, ülkemizin kurucusu büyük Atatürk’ün bugüne dek uygulana gelen “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh” ilkesi çerçevesinden çıkartılıp en trajik ve en savruk şekle sokuldu. Bu yüzden dünyada bir tek dost ülke kalmadı. Komşu olsun olmasın hiçbir ülke ile karşılıklı menfaatlere dayalı güvenilir ilişkiler kurulamıyor. Farklı kutuplardaki hiçbir ülke ile de denge politikaları oluşturulamıyor. Bir gün dost olunan ülke ile hiç sebebi yokken ertesi gün papaz olunabiliyor.
Ülkemiz gün geçtikçe savunma gücünü yitiriyor. Teknik veya nükleer silah üstünlüğü olmamasına rağmen, elindeki tek konvansiyonel silah fabrikasını haraç mezat hiç de dost olmayan bir Arap kabile devletine satması, etrafı bir ateş çemberiyle sarılıyken askeri personel sayısında indirime gitmesi olacak şey değil!
Doğu Akdeniz üzerindeki hak iddiaları, Kıbrıs sorunu, Ege kıta sahanlığı ve adalar sorunu, trajik Suriye politikası ile girilen Ortadoğu bataklığı, İçeride PKK ve onun dışarıdaki uzantıları ile IŞİD ve İhvan gibi terör örgütleriyle olan ilişkiler, S-400 füze meselesi ve asimetrisindeki F-35 meselesi, AB ve ABD tarafından dayatılmak istenen ekonomik hatta siyasi ambargolar ve daha da sayılabilecek her biri birbirinden beter dünya kadar ağır sorunlar… Düşünebiliyor musunuz, bunların birçoğu AKP döneminde onun beceriksizliği yüzünden oluşan sorunlardır. Eskiden kalma birkaç tanesi de nötr politikalarla dengede tutulabilmekteydi.
İç siyasette ise Türkiye seçim yorgunu bir ülke haline getirildi. Son İstanbul seçiminde verdiği mesajda görüldüğü gibi, birlik olma ve dayanışma özlemindeki milletimizin ağzının tadı, çok geçmeden yeni kurulacak parti ile ilgili Erdoğan’ın dediği “Ümmeti bölüyorlar” söylemiyle yeniden kaçtı. Ümmet olmak sanki Kuran’a ve Hz. Peygambere iman etmek değil de Erdoğan’ın partisine oy vermekten ibaretmiş gibi! Tek adam rejimine dönüşen bu iktidar kaldıkça, ülkemizin içeride birliğini pekiştirme, dışarıda da itibarını koruma şansı bulunmamaktadır.
Zaten kuruluş sürecine bakıldığında, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” güzergâhında Çin aleyhine istikrarsız bir ortam yaratmak için, bu bölgede yer alan İslam ülkelerini birbirine düşürüp parçalamak amacıyla, Büyük Ortadoğu Projesi ile Arap Baharının bir figüranı olarak AKP’nin Amerika’da kurulup Türkiye’de iktidara oturtulduğu görülmektedir. Sanki bununla da yetinilmemiş, özellikle Türkiye’yi geri bıraktırsın diye AKP işbaşına getirilmiş gibidir.
Amerika işini şansa bırakmayan bir emperyalist ülkedir. Saidi Nursi gibi ajanlarla başlayıp Fetullah Gülen gibilerle devam ettirdiği paralel devlet yapılanmaları da vardır Amerika’nın. Bu yapılar, kendi vatanına ve milletine ihanet etmekten çekinmezler. Tarikat görüntüsü altında her türlü insanlık dışı faaliyetlerde bulunurlar. Dünyada emperyalizmin hizmetindeki en sadık ve en kökleşmiş istihbarat örgütlerinden FETÖ bunlardan biri olup, Türkiye’nin de en büyük baş belasıdır. İktidar partisinin, muhalefet partilerinin, TSK, yargı, emniyet, eğitim, sağlık, diyanet başta olmak üzere tüm kamu kurumlarının, özel sektörün, mafya-uyuşturucu-fuhuş sektörünün, sivil toplum kuruluşlarının, kısacası bütün toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet etmiştir. Bilmemiz gereken; bu FETÖ belasının Cumhuriyeti teslim almak ya da yıkmak üzere, bukalemun gibi, bağışıklık kazanan veya türev değiştiren virüs gibi devletin kurumları ve toplumun içinde kendini gizleyebiliyor olmasıdır.
Böyle bir süreçte, bütün antiemperyalist dünyanın büyük hayranlıkla kendine rehber kıldığı bir Atatürk’ümüz ile onun yüz yıllık kurtarıcı ve kurucu deneyimi ortada dururken, muhalefet partilerinin ve bir bütün olarak milletin hala ülkeyi bu cendereden kurtaracak alternatif bir çıkış yolu bulamaması, aymazlıktan öte bir basiretsizliktir.
Bütün bunlar bizi dünyada yalnız, güçsüz ve itibarsız kılmaktadır. Ülkemizle ilgili her şey, söylemeye çalıştıklarımızdan çok daha vahim durumdadır. Başka bir söylemle ülkemiz, dünyadaki oyun kurucular tarafından kolay mat edilecek ya da yutulacak bir noktaya taşınmaktadır. Dünyada kimsenin önemsemediği güçsüz devletlerin başına nelerin geldiğini en iyi tarih söyler. Yalnız unutmamalı, tarih, iş işten geçtikten sonra gerçekleri söyler. Önemli olan, gerçek bir tarih bilinci ile Türkiye’nin milli birliğine ve bütünlüğüne halel getiren yakıcı çemberin epey daraldığını şimdiden fark edebilmek ve gereken tedbirleri almaktır.