Ümit Özdağ yalnız değildir…
16 Nisan 2017 referandumuna marka koymuştu: “Kirli referandum…”
Israrla dillendirdiği hukuksuzluklara, onu ve itirazı olan kitleleri tatmin edecek hukukî bir karşılık verilemedi… Geriye söylenebilecek tek bir seçenek kalmıştı: “Atı alan Üsküdar’ı geçti!”
Hoca yılmadı… O seçim geride kalsa da bundan sonraki seçimleri kurtarmak için mücadele vermek gerekiyordu, demokrasi adına… 16 Nisan’da olan biteni hiç itirazsız kabul ettiğinizde, bundan sonraki seçimlerde olan biteni de aynı şekilde kabul edeceğinizi peşinen ilân etmiş oluyordunuz çünkü…
Mücadelesine örnek olarak 1950 seçimlerini gösterdi Ümit Hoca… Ona göre, Demokrat Parti’yi iktidara getiren 1950 seçimlerini ‘çok daha demokratik’ olmaya iten esas unsur, 1946 seçimlerine yapılan itirazlar ve kabullenmeyişti… Eğer 1946 seçimleri olduğu gibi kabullenilmiş, kuralların değiştirilmesi için o büyük mücadele verilmemiş olsaydı, 1950 seçimleri de sonrakiler de 1946’nın tekrarı niteliğinde olacaktı…
Ümit Hoca, tartışmalı referandum süreçlerinde çok iyi direndi, direndikçe de bu sistemin egemenlerinin husûmetine hedef oldu…
***
Ve Suriyeliler meselesi… Meseleyi küçültmek ve bunu Ümit Özdağ gibilerin ‘ırkçılık takıntısı’ göstermek isteyenler hep buradan yüklendiler… Tartışmayı doğru temelden sıyırmak için, Ümit Özdağ’ı neredeyse ‘Şam rejimi işbirlikçisi’ ilân etmeye kalktılar!..
Oysa Hoca, Suriye topraklarının hangi etnisite veya güç için boşaltıldığını, Türkiye’nin demografik yapısının nasıl bozulmak istendiğini, sayıları tam olarak bilinmeyen, denetlenemeyen, sefalet ve yokluk içinde oldukları için suç örgütleri tarafından kullanılma potansiyeli taşıyan gerçeği sorguluyordu…
Onu ırkçılık suçlaması eşliğinde etkisiz hâle getirmeye çalıştılar… Esas ırkçılık, Suriye topraklarının hangi etnisite için boşaltıldığını sorgulayan Ümit Özdağ’a yapılandı!.. Yavuz hırsızın hiç utanmadan ev sahibini bastırmaya çalışmasıydı…
Ümit Hoca’nın suçu, millî varlığımıza yönelik bir tehlike karşısında ‘erken uyarı sistemi’ gibi davranması ve hiç geri atmaması oldu… Suriyelileri sığınmacıların da büyük ölçüde mağdur olduğu iklimin ortadan kaldırılması için atılması gereken adımları hesaplayan, gerçekçi siyaset ve diplomasinin sloganlara boğdurulmamasını düşünen geniş bakış açısı, klişelerle hareket eden ve suçunu/başarısızlığını örtmeye çalışan muktedir anlayışı, belli ki bilinenden çok daha fazla rahatsız etti…
***
Daha geçen ay altını çizmiştik “Ümit Hoca’nın ağır suçu!” diye… Bu türden büyük göçlerin doğurabileceği tehlikelere dikkat çekmiştir… Sınır illerimizin Peşaverleşme ihtimalini hatırlatmış, Filistinli göçünün Lübnan’da yol açtığı ağır travmayı göz önüne sermiştir…
Ülkenin demografik yapısının bozulma durumunu rakamlarla ortaya koymuş, ulus-devlet niteliğinin aşınabileceğine vurgu yapmıştır… Kontrolsüz göç ve yerleşimin, bölgeden terörist unsurları da ülkemize taşıyabileceğini, şehirlerde suç oranının artabileceğini, gerilimlerin yaşanabileceğini sıkça hatırlatmıştır…
Ümit Özdağ, 20 yıl sonra belki de olmayacağı bir dünyada, ülkesinin ve milletin geleceği için öngörmeye ve devletin tedbir almasına çalışmış, sesi çıktığı kadar cesaretle bağırmıştır…
Ve bugün haklı çıkmıştır… Belki de onun için suçludur!..
***
Millet, milliyetçilik, üniter devlet gibi kavramlara oldukça mesafeli ve de Suriye politikası çökmüş bir bakış açısının Ümit Özdağ’la hesaplaşmasında Özdağ yalnız değildir… Çünkü millî düşünen herkes biliyor ki onun yalnızlığı kendi yalnızlığımız olacaktır…