Umut Tarlaları

08.06.2022
A+
A-

Türk tarımının çıkış yollarından birisi küçük aile işletmeciliğinin devam ettirilmesidir.

Özal’la birlikte Amerika ve Avrupa’daki gibi büyük tarım işletmeciliğinin övüldüğü, küçük aile işletmeciliğinin ise tu kaka edildiği bir süreç yaşadı Türkiye. Ancak burada zamanlama açısından Türk tarımının gerçekleriyle uyuşmayan bir durum vardı.

Batıda gerekli ekonomik, sosyal ve hukuki altyapı oluşturularak tarımda büyük işletme modeline geçilmişti. Kırsaldan kentlere giden nüfus sanayide ve oluşturulan diğer iş kollarında istihdam edilmiş, tarımın rantabl yapılabilmesi için optimum işletme büyüklükleri tespit edilerek araziler toplulaştırılmış, miras hukukuyla da arazinin ailede kimlere bırakılacağı ve nasıl pay edileceği kanunla belirlenmişti.

Oysa bizde Cumhuriyetin, amacı köylüyü toprak sahibi yapmak olan Toprak Reformu Projesi bile hayata geçirilemedi henüz. Köylünün sahip olduğu az miktardaki toprak da ya bölük pörçük haldeydi değilse de mirasçılar arasında paylaşılınca küçük parçalara bölünüyordu. Tarım arazilerinin bu hali doğal olarak maliyetleri arttırır, verimliliği düşürür. Ancak bu şartlar altında dahi Türkiye kendine yeten ve ihracat yapan bir tarım ülkesiydi.

Küresel neoliberalizmin Türkiye’deki temsilcisi olan iktidarların tarımdaki yüzde 30-35’lik nüfusu kısa sürede yüzde beşin altına indirmelerindeki amacın batı ülkelerindekinden farklı olduğunu bugün gelinen sonuçlardan anlıyoruz: Batıdakine benzer tarımın gelişmesini destekleyici bir miras hukuku oluşturulmadı. Tarımdaki verimliliği arttıracak bir arazi toplulaştırması yapılmadı. Tam tersine tarıma ve köylüye düşmanlık edilerek devlet desteğinden yoksun bırakıldı. Köylü de tarımdan ve toprağından elini eteğini çekmek zorunda kaldı.

İmkânı varken Türkiye sanayileşemedi. Yeni iş alanları yaratılamadı. Eldeki tarıma dayalı olan olmayan tüm iktisadi teşekküller de satılınca ya küçüldüler ya da yok oldular. Nüfus artışıyla oluşan insan kaynağı ile kentlere göç etmek zorunda bırakılan köylü kesimi haliyle işsiz ve aşsız kaldı. Bunlara Türkiye’yi Ortadoğululaştırmak için getirtilen on milyon sığınmacı da eklenince, devletin imkânlarıyla yaratılan fırsatçı dinci sermaye sınıfına gün doğdu; demokratik haklara sahip işçi sınıfı yerine hukuki güvencelerden yoksun, karın tokluğuna çalıştırılan yeni bir köle sınıfı yaratıldı. İnşaat haricindeki tüm sektörlerin çarkı durdu, ekonominin terazisi şaştı.

Kısa, orta ve uzun vadede bu kangrene dönüşmüş işsizliğin ortadan kalkması mümkün görünmüyor. Oysa geçmişi toprağa bağımlı olsun olmasın gönüllü yurttaşlarımızın bilinçli ve örgütlü yapacakları küçük ölçekteki hayvansal ve bitkisel tarım işletmeciliği, istihdamın sağlayıcısı ve Türkiye’nin yeniden ayağa kalkmasının manivelası olabilir.  Bir yandan maliyetlerin yüksekliğinden dolayı üretim yapılamadığı için verimli topraklar üretim dışı bırakılmışken diğer yandan bu toprakları terk eden köylülerin çoluk çocuğu ile sığındıkları kent varoşlarında sefil bir hayat sürmesi tam bir akıl tutulmasıdır. Bu durum, ülkenin tümünün bugün açlıkla, kıtlıkla karşı karşıya gelmesinin de önemli sebeplerinden birisidir. Sanayi ve bilişim çağının gerisinde kalıp hiçbir şekilde istihdam yaratamamanın sonucu kentlilik kültürüne yabancılaşan yoksul, yardıma muhtaç, sadece erzak desteği ile ayakta kalabilen cahil cüretli kalabalıklarla dolan kentler, sosyal ve fiziksel bakımdan da çağ dışı kaldı.

Ülkeyi böyle yıkımın eşiğine getiren bir iktidardan tarıma çözüm getirmesini beklemek tabi ki gaflettir. Çözümü, ülkesine ve halkına samimi duygularla bağlı olan iyi insanlar üretebilir ancak. Türkiye’nin çöktüğü böyle bir süreçte onu ayağa kaldıracak iki araç var; biri halkın gerçeklere bağlı iradesi diğeri de ona can suyu olabilecek tarımdır.

İrade, tarım ürünleri ithalatını kaval dinler gibi dinlemenin dışındaki her şeydir.

Tarım ise yurdun dört bir yanından yükselerek yeri göğü inleten traktör ve mibzer sesleridir. Koyun ile keçilerin meleyişidir. Sığırların böğürmesidir. Sabahı horozların getirmesidir. Dağdan dağa çobanların çığırışıdır. Kızların elma yanaklı olması, delikanlıların yağızlığıdır. Türk Bayrağının okul ve kooperatif çatıları üzerinden göndere çekilmesi, köy okullarının bahçesini dolduran çocukların İstiklal Marşını okumasıdır.

Tarım, ezelden ebede bu topraklarda yolculuğa çıkmış bir kültürdür. Milletin iyi gününün olduğu kadar kötü gününün de dostudur. Açlığın, sefaletin, güvensizliğin, ümitsizliğin, ayrışmanın olmadığı Türkiye’dir. İnsanların, ilişkileri her dem canlı tutarak halleşmesidir; başı ağrıyana herkesin ayağına gidip geçmiş olsun demesi, ineği ölene başsağlığı dilemesidir. Bugünden tezi yok, yapılması gereken şey; köyden kente gelmiş olsun olmasın, ister eli kalem ister kazma kürek tutsun kentlerdeki atıl insan kaynağının gerçekçi bir mastır plan kapsamında kırsala aktarılarak, her açıdan tehdit altındaki topraklara ve güçlendirilmeye ihtiyacı olan tarım ekonomisine kazandırılmasıdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.