Vatan elden gidiyor
Türkiye’de iktidarın demokrasiye, halka, halkın ekmeğine ve huzuruna duyduğu öfkesi, kini ve nefreti son demlerinde bu kez halkın üzerinde yaşadığı bu güzelim topraklara yönelmiştir.
Bursa kent merkezi ile iç içe geçmiş İnegazi, Atlas, Üçpınar, Kadriye, Yaylacık, Tahtalı ve Çalı mahallelerini kapsayacak şekilde kalker ocakları, taş kırma, eleme, yıkama ve hazır beton tesisleri kurulmak isteniyor.
Bursa’nın yanı başında ormanla kaplı olan bu alanlarda ormancılığın dışında tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Bu yedi mahalle halkının tek geçim kaynağı da tarım, orman ve hayvancılıktır.
Dolayısıyla burada hedeflenen şeyin, yapılmakta olan tarım ve hayvancılığın kökten bitirilmesi ve fırsat buldukça gölgesine, temiz havasına, oksijenine sığınan Bursa kent halkına nefes aldıran bu ormanların, tümüyle yok edilmesi olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
İnsanlar, doğaya esir olmada yeryüzündeki bilinen elli beş milyon tür canlı varlığın başında gelir. Lakin dünyada parayı tanrıları olarak hayatlarının merkezine koyan bazı insanlar, son yıllarda çıkarları uğruna doğayı önemli ölçüde yaşanmaz hale getirdi. Bu yağmacılar, yerli işbirlikçileri aracılığıyla şimdi de Türkiye’ye yönelmiş durumda.
Türkiye’nin toprakları, üzerinde yaşayan insanların vatanıdır.
Tarihçi gözüyle bakıldığında, vatan kavramının Fransız Devrimiyle gün yüzüne çıktığı, bizde de Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Namık Kemal ve diğer Jön Türkler tarafından oluşturulduğu iddia edilir.
Buradaki vatan kavramının, kavimler göçüyle dünyadaki insan popülasyonunun çalkanmasına sebep olan fetihçiliğin sona ermek zorunda kaldığı bir devrin ürünü olduğu anlaşılmaktadır.
Oysa biz bir tarımcı olarak, avcı toplayıcı devrinin geride bırakılıp tohumun ekilmeye, hayvanların evcilleştirilmeye başlandığı, bitkisel ve hayvansal tarımın yapıldığı yerleşik hayata geçişle birlikte, vatan kavramının tanımlanmamış olsa da fiilen hayata geçirildiğini ve önem kazandığını düşünüyoruz.
Nereden bakarsanız bakın; vatan, topraklarımızdır. Ormanlarımızdır. Madenlerimizdir. Su kaynaklarımızdır. Fabrikalarımızdır. Tarım alanlarımızdır. Meralarımızdır. SİT alanlarımızdır. Turizm ve tatil beldelerimizdir. İnsan kaynağımızdır. Bu topraklar üzerinde kurulmuş onlarca büyük uygarlıktan bize miras kalan müktesebattır. Ayrıca hepimizi bir arada tutan ve eşit şekilde bu maddi kaynaklardan ve mirastan yararlanma hakkını bize veren, adına toplumsal sözleşme dediğimiz bir de anayasamız var.
Anayasa, kanunların kendisine uygun uygulanıp uygulanmadığını gözetlediği kadar, can ve mal güvenliğimizle birlikte vatan diye nitelendirdiğimiz tüm bu değerlerimizin de koruyucusudur. Lakin 12 Eylül faşizminin politik ve ekonomik figüranı Turgut Özal’a “Anayasayı bir kez delmekle bir şeycik olmaz” sözünü dedirtenler, bugün anayasanın içinden tramvayı geçtik, otobanları geçirmektedirler.
Hâlbuki hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ülkelerde anayasaya dokunmak, karşı gelmek kimsenin haddi değildir. Anayasayı delmekle ülkenin ırzına geçmek aynı şeydir. İster yöneten ister yönetilen olsun herkes kanun önünde eşittir. Her gerçek veya tüzel kişinin birinci ödevi, yasalara harfiyen uymaktır. Zira yasalar, bağımsız yargı erki tarafından bir kişi veya bir zümre adına değil, o yasaları yapan millet adına uygulanır.
Türkiye’de her şey darmaduman!
Yukarıda vatan diye adlandırdığımız ülkenin tüm değerleri, iktidarın eliyle sanki Yağma Hasan’ın Böreğiymiş gibi Kanadalıların, İngilizlerin, Katarlıların, Lübnanlıların önüne konulmaktadır. Arap’ından Acem’ine, Yanki’sinden onların yerli işbirlikçi demagoguna, hep birlikte, yasaları dinlemeden Türkiye’yi soyup soğana çeviren bir soygun düzeniyle karşı karşıyayız.
O kadar ki, tam da Nazım Hikmet’in tanımladığı hale getirilmiş vatan; birilerinin çiftliğine, kasalarının ve çek defterlerinin içindekilerine dönüştürülmüş durumda!
Bursa’da yürürlüğe konmak istenen de aynı:
Yedi koca köyün hayvancılığı, tarımı, ormanı birkaç yandaşın hukuk dışı yollardan zengin edilmesine feda edilmek isteniyor. Bursa’nın burnunun dibindeki bereketli bir yöre, komple, bir daha geri gelmemek üzere çöle dönüştürülmek isteniyor. Kazanacak olan bir kişi, kaybedecek olan yedi köyle birlikte bütün Bursa!
Biz bu hizmetlerin yapılmasına elbette karşı değiliz. Memlekette taş mı yok? O taşı kıracak, eleyecek, yıkayacak yer mi yok? Çimento fabrikası veya hazır beton tesisi kurulacak yer mi bulamadınız koca memlekette? Maliyeti düşürecek tedbirleri alarak ormanın olmadığı, tarımın ve hayvancılığın yapılmadığı, milyonlarca insanın sağlığının tehdit edilmeyeceği marjinal bir yerde bu işleri yapmak, neden muktedirlerin aklına gelmez?
Ne yapmalı?
Bugün ipini koparanın Türkiye’ye geldiği gibi Amerika’nın keşfiyle de Avrupa’dan oraya giden beyaz barbarlar, kuzey ucundan güney ucuna bütün kıtayı talan etti. Kendileri doğa ile uyum içinde yaşarken, gelen beyaz yamyamların doğayı tahrip ettiğini gören oranın yerlisi Kızılderililerin bu konuda söyledikleri, dünyada herkesin kulağına küpe olacak şeylerdi.
Kızılderililer; “Beyaz adam, annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne; alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarının çıkardığı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam, paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak” demişti.
Ülkemizin muktedirlerinin ve onlarla birlikte ülkemizin topraklarını çöle çevirme ihtirasındaki avenelerinin yapması gereken şey, Kızılderililerin bu sözünü kulaklarına küpe etmeleridir.
Etmedikleri zaman, biz bu cennet ülkenin yurttaşlarına büyük bir görev düşüyor: Hepsi birbirinden bereketli akarsularımızı, ormanlarımızı, meralarımızı, tarlalarımızı ne pahasına olursa olsun, ister içeriden ister dışarıdan kaynaklı her türlü istilaya, talana karşı korumak!