YARSAV eski Başkanı Eminağaoğlu’ndan yargı reformuna sert tepki
YARSAV Eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı Yargı Reformu Strateji Belgesi’ne sert tepki gösterdi.
Ömer Faruk Eminağaoğlu, ODA TV’den Nurzen Amuran’a yaptığı açıklamada, AKP’nin daha önce yargıda yaptığı değişiklikleri hatırlatarak “AKP iktidara geldiğinde, Avrupa Birliği’ne uyum adı altında, temel yasaları değiştirdi. 2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesini yapılandırdı. Bölge mahkemeleri sistemini kurdu. 15 Temmuz öncesi, hiç nedeni yok iken çıkardığı bir yasa ile yüksek yargıçların yüksek sıfatını kaldırdı ve Yargıtay ile Danıştay’ı tepeden tırnağa biçimlendirdi. Yine 2017 Anayasa değişikliği ile de HSK’yı etkisi altında olacak biçimde yapılandırdı” ifadelerini kullandı.
Amuran’ın sorularını Eminağaoğlu şöyle yanıtladı:
Nurzen Amuran: YSK’nın İstanbul seçimlerinin yenilenme kararı sonrasında başlayan seçim çalışmaları sürecinde, hafta içinde, “Yargı Reformu Strateji Belgesi” açıklandı. Kürsünün her iki tarafında da çalışmış, yargıç örgütlenmesinin ilk adımını atmış deneyimli bir hukukçu olarak sizinle hem bu paketi hem de yargının şu andaki durumunu konuşalım. Reform denilince şimdiye kadar, “insan onur ve haysiyetini daha iyi koruyan, insan hak ve özgürlüklerini daha da güçlü güvence altına alan yepyeni düzenlemeler” akla gelmekte. Reformun amacı da zaten budur. Siz açıklanan bu reform strateji belgesini nasıl değerlendirdiniz?
Ömer Faruk Eminağaoğlu: AKP iktidara geldiğinde, Avrupa Birliği’ne uyum adı altında, temel yasaları değiştirdi. 2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesini yapılandırdı. Bölge mahkemeleri sistemini kurdu. 15 Temmuz öncesi, hiç nedeni yok iken çıkardığı bir yasa ile yüksek yargıçların yüksek sıfatını kaldırdı ve Yargıtay ile Danıştay’ı tepeden tırnağa biçimlendirdi. Yine 2017 Anayasa değişikliği ile de HSK’yı etkisi altında olacak biçimde yapılandırdı.
Şimdi, çıkardığı temel yasalarda yapacağı değişiklikleri de, bu yasalarla ilgili, farklı hukuk alanlarındaki yasa yollarına başvurma süreleri gibi, kapattığı adalet akademisini tekrar kurmak gibi, asliye ceza mahkemelerinde kaldırılan duruşma savcılığın geri getirilmesi gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, arabuluculuk gibi birçok konuda düzenleme yapmak gerektiğinin ortaya çıktığını belirterek, yapacağı düzenlemeleri, reform olarak sunma yoluna gidiyor. Yürürlükteki yasalarda yer alan konuları da reform olarak sunuyor. Bilinen uygulanan sonuç doğurmayacak konuları da yazılı hale getirip reform diye anlatıyor. Bu örnekler o kadar çok ki… AKP, yargıyı bir yap-boz tahtasına çevirmiş durumda. Yaptığını da reform, bozduğunu da reform, bozup yaptığını da reform her yazıp çizdiğini de aklına her estiğini de reform olarak sunuyor. Sunulan paket, yaşanan sorunlara gerçekçi bir çözüm sağlamaktan da tamamen uzak.
Amuran: Paketle açıklanan 9 amaç arasında bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Öncelikle yargı bağımsızlığı tarafsızlığı ve şeffaflığının artırılması amaçlanıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle getirilen düzenlemelerle yargı bağımsızlığı nasıl sağlanacak?
Eminağaoğlu: AKP, ilk yargı reformu strateji planını 2009 yılında açıkladı. 2010 yılında çıkartılan Anayasa değişikliklerini ve sonrasını biliyoruz. Burada Anayasa Mahkemesi’ni tamamen kendisine göre yapılandırdığını hatırlıyoruz.
İkinci yargı reformu strateji planı diye 2015 yılında açıklamalarda bulunuldu. Sonrasında, diğer yüksek yargı organlarının yapılandırılmasını ve 2017 Anayasa değişikliğini, böylece de HSK’nın güdümlü hale getirildiğini biliyoruz.
Şimdi üçüncü yargı strateji planı açıklandı.
Planda yer alan açıklamalar karşısında, yaptığı önceki Anayasa değişikliklerine hiç dokunulmayacağına göre, AKP bu bağımlı yargı ile yargıda güveni yeniden sağlamaktan nasıl söz edebiliyor. Siyasi iktidar, bağımlı ve güdümlü bir yargı ile, hedefine adım adım ilerlemeyi amaçlıyor ve en bağımlı duruma soktuğu yargı ile hedefleri için yoluna devam edeceğini, farklı söylemlerle ifade ediyor. AKP, iktidarını halkın iradesi ile değil, bağımlı bir yargı üzerinden attığı adımlarla da yürütüyor. Çünkü siyasi iktidar, Anayasa dışındaki hedeflerine ilişkin adımlarını yargı üzerinden attığında, yargı kararlarına uyulma ve bu kararların yerine getirilme zorunluluğu gereği, bir engele takılmadan bu yolda giderek daha da rahat ilerlemekte, böyle olunca yargıyı da hep kendine bağımlı bir yapıda tutmaktadır.
Amuran: Ayrıca bir yargıcın tarafsızlığına gölge düşüren atamalar yapıldı. Sözgelimi eskiden iktidar partisinde aktif olarak çalışan avukatların yargıç olarak atandığını gördük. Burada önemli olan bağımsızlığa bakış tarzıdır değil mi?
Eminağaoğlu: AKP, gerek yüksek yargının oluşturulmasında, gerekse yerel mahkemelere atamalarda, yargıçlık kimliğini öne çıkarmak, buna göre seçim veya atamalar yerine, FETÖ kadrolarından yakınmasına rağmen, onlardan boşalan yerlere, sizin de dediğiniz gibi, kendisi ile iç içe ilişkileri olan kişilerin görevlendirilmesini sağladı. Yüksek yargıçların bir yasa ile yükseklik sıfatı kaldırılarak, yüksek yargı yeniden biçimlendirildi. HSK, Anayasa Mahkemesi, tamamen iktidarın etkisinde oluşturuldu. Böyle bir HSK’da mesleğe alımlar dahil tüm konulardaki tercihlerini siyasi iktidarın beklentilerini karşılar biçimde gerçekleştirdi.
Evrensel kurallar yönünden bir yargıcın bağımsız ve tarafsız olması bir yana, bu konuda kuşkulu bir durum yaratmaması, bağımsız ve de tarafsız da görünmesi gerekiyor. Aktarılan bu yapıya göre, bağımsız ve tarafsız olmak bir yana, bağımsız ve tarafsız görünebilmek bile söz konusu değil.
İktidar ve etkisindeki HSK, yargıdaki FETÖ kadroları olduğunu söylediği kadroları tasfiye sürecindeki, bunu da her nasılsa kendi eliyle koymuş gibi ilk günden bilebildi, bu kadrolar veya bu ad altında istenmeyen kadrolar tasfiye edildiğinde, ortaya çıkan kadro açığını tamamlamak için, alelacele yargıç ve savcı alımlarına gidildi. Bağımsızlık; yasamaya, yürütmeye, yargının kendi içinde, yargının kendi kişiliğine ve çevresine karşı farklı unsurlar içeriyor. Siyasi iktidar, yürütmeye karşı bağımsızlık boyutunu hep görmezden gelince ortaya bağımlı bir yargı çıkıyor. Yeni strateji belgesinde de bunun ötesi bir anlayış sahibi olunmadığı da açıkça görülüyor.
Amuran: Pakette ayrıca “Savunma hakkının etkin kullanımının sağlanması” amaçlanıyor. Oysa mevzuatımızda bu var. Ama uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar söz konusu. Bir örnek vermek istiyorum. Özellikle ceza davaları sırasında zor koşullarda görevini yapan savunma avukatları bazen şüphelilerle birlikte algılanıyor kriminalize ediliyor. Savunmaları nedeniyle yargılanan avukatlar var. Savunulma talebinin zora girdiği bir süreç yaşanıyor değil mi?
Eminağaoğlu: Dediğiniz gibi bugün savunma yönünden de son derece zor koşullar altında görev yerine getiriliyor. Avukat, kişi hak ve özgürlüklerini savunan kişidir. Ancak özellikle iktidarın bir biçimde ilgilendiği davalarda, avukata mesleğini yerine getiren kişi olarak bakılmıyor. Avukat ta dediğiniz gibi kriminalize ediliyor. Bu sorunu da yargı bağımsızlığı ve dolayısıyla adil yargılanma sorunu içinde görmek gerekiyor. Yaşanan bu durum adil yargılama koşullarını ortadan kaldırıyor. Çünkü savunma hakkının etkin kullanılmasını engelliyor. Kutsal olan savunma hakkı belirli davalarda yerine getirilemiyor. Savunma hakkını yerine getirdiği için yargılanan meslektaşlarımız her geçen gün artıyor. Açıklanan yargı reformu strateji planında bu konuda en ufak söz ve söylem yer almıyor. Savunma mesleğindeki sorun, strateji belgesindeki bakış açısı itibarıyla bir yeşil pasaport sorunu değil, savunma hakkının hangi ortamda nasıl kullanılabildiği, etkin kullanılıp kullanılamadığı sorunudur. Sadece yargılanmanın da ötesinde, birçok meslektaşımız bu gibi yargılamalar nedeniyle tutuklu bulunuyor hatta cezalandırılmalarına karar verilenler de söz konusu. Tüm bunlar, hukukun üstünlüğü, etkinliği ve egemenliği yerine, iktidarın, yani gücün hukukunun uygulandığının açık bir ifadesi.
Amuran: Silahların eşitliği açısından yargıcın avukata bakış tarzı da önemli. Yargılama aşamalarında avukatlara yapılan müdahaleler gazetelerde yayınlanıyor. Bir hukukçu olarak okudukça burukluk yaşıyorum. Öncelik, zihniyet değişikliğidir, değil mi?
Eminağaoğlu: Yargıdaki davranış kuralları ve etik kurallar kaybolmuş. Son dönemde İstanbul’da etek boyu ölçen bir yargıcın davranışı gündemde yer buldu. Bunlar kara mizahın da ötesinde çok acı olaylar. Yargıcın, kuşkusuz duruşma disiplinini sağlama görevi var. Ancak bir yargıç, kendini hapsettiği dünya görüşü çerçevesinde görev sınırlarını aşarak, oradaki avukat meslektaşımıza ve onun şahsında savunma mesleğine, hukuka ağır bir saldırıda bulunmuştur. Meslektaşların ve baroların duyarlılığı olayın başka boyut kazanmasını önlemiştir. Ancak HSK beklenen adımları her zaman atmadığı için, bu gibi olaylarla giderek daha da fazla karşılaşmaktayız.
Amuran: Ancak HSK’nın bu olayın hemen sonrasında karar alması da sevindirici bir gelişme…
Eminağaoğlu: Hep söylediğim “cübbe giymekle yargıç, fakülte bitirmekle hukukçu, tabela asmakla mahkeme olunmaz” sözünü burada da yineleyeyim. İşte mesleğe alımların bağımsız koşullarda olmamasının sonuçları… Böyle o kadar örnekler var ki.
Amuran: Sizin için bu yargı reform paketinde hangi düzenlemeler olumlu hangi düzenlemelerde eksiklik görüyorsunuz?
Eminağaoğlu: Yargı reformunda dokuz amaç ortaya konulmuş. Tüm bu amaçlarla ilgili 63 hedef ve 256 faaliyet sıralanmış. Bunlara bakınca, yargıdaki her şeyi çözme iradesindeki bir iktidarla karşı karşıya olan şanslı bir Türkiye’nin var olduğu duygusuna kapılıyor insan.
Anayasadaki yargı organları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili hükümler, bu iktidar döneminde tamamen değiştirildi ve bugünkü hale sokuldu. Siyasi iktidar çözeceğini ifade ettiği konularda, 17 yıllık iktidarı döneminde, Anayasa’da da değişiklikler yapmasına rağmen, olumlu adımlar atmamışken, şimdi Anayasaya da dokunmayacağını belirtirken, hangi sorunu nasıl çözecek? Açıklanan metinde söylenen ve çözüleceği ifade edilen sorunların büyük kısmı 17 yılda ya iktidarın yarattığı, ya bilerek böyle kullanılmasını istediği, ya giderek katlanan, ya da bu iktidarın duyarsız kaldığı sorunlardan oluşuyor. Bu sorunları da şimdi bağımlı kıldığı yargı yolu ile mi çözecek? Örneğin metinde yazılan, yargıda coğrafi teminat evet. Bunu, uygulamalarını gördüğümüz HSK mı uygulayacak? HSK disiplin kararlarına, yargı yolunun açılacağı söyleniyor. Önceki Anayasa değişikliklerinde iktidarı bu konuda engelleyen ne vardı? Anayasa değişikliği gerektiren tek konu olarak bu konu öne çıkıyor. HSK gibi kurumların işlemleri zaten denetlenebilir olmaktan çıkmış. Ancak bunu yapacak olanlara baktığınızda, her şey güdümlü ve bağımlı bir yargı yaratan ve böyle bir yargıdan rahatsızlık ta duymayan siyasi iktidar olunca, 100 sayfadan oluşan yargı reformu strateji planının pratikte hiçbir değeri bulunmuyor.
2023 vizyonundan bahseden AKP, kalıcı hale soktuğu OHAL hukuku konusunda ağzını açmıyor.
OHAL döneminde çıkartılan KHK’lar daha sonra yasalaştı. OHAL kalktı. Bu KHK’lar yasalaştığı için yürürlükte ve uygulanıyor. Yargı organları da bu mevzuatı uyguluyor. Öte yandan OHAL Komisyonları önlerindeki iş yükü ile kilitlenmiş biçimde olduğu gibi duruyor. OIağan hukuktan, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından söz eden iktidar, bu konularda ağzını açmıyor.
Amuran: Genelde eleştirilerin en önemli amacı doğruları göstermek aksayan uygulamaların düzeltilmesini sağlamaktır. Biz de hem yargıçlık yapmış bugün de avukatlık yapan bir hukukçu olduğunuz için sizinle bu aksaklıkları konuşalım istedik. Birazda gündemde ki yerel seçimlere değinelim: Seçimler denilince akla seçim güvenliği ve bunun için kurulmuş olan Yüksek Seçim Kurulu ve seçim kurulları geliyor. Ancak seçim güvenliği konusunda en çok tartışmayı da YSK’nın kararları yaratmıyor mu? Sorun nereden YSK’nın yapısından mı kaynaklanıyor?
Eminağaoğlu: YSK, 1950 yılında yasa ile kuruldu. 1961 Kurucu Meclisi, çıkardığı ve bugünde yürürlükte olan Seçim Yasası içinde YSK’yı düzenledi. YSK, ilk kez 1961 Anayasasında yer aldı. 1961 Anayasasında yer alan aynı yapısı ile 1982 Anayasasında da düzenlendi. YSK üyeleri, Yargıtay ve Danıştay tarafından bu yüksek mahkeme üyeleri içinden seçiliyor. YSK, yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşuyor. 1961 yılından bu yana hep asıl üyelerle toplanarak kararlarını verdi. 2002 yılındaki Siirt seçimlerini iptal kararını yedi asıl üye ile toplanarak aldı. Hiçbir yasal ve anayasal değişiklik olmadan 2006 yılındaki bir genelgesini asıl ve yedek tüm üyelerin katılımı ile çıkardı. YSK, 2011 yılı milletvekili seçim takvimi hakkındaki kararını da sadece asıl üyelerle değil dokuz üyesi ile aldı. Şu an ki başkanın göreve gelmesinden yani 2013 yılı sonrasında YSK’nın asıl üyelerden fazlasıyla hatta asıl ve yedek tüm üyelerle karar alması neredeyse kurallaştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi hakkındaki kararda, asıl ve yedek tüm üyelerin katılımı ile alındı. Kuşkusuz toplantıya katılamayacak, oy kullanamayacak kişilerin toplantıya katılmaları, görüş açıklamaları, açıkladıkları görüşle yönlendirici olmaları, oy kullanmaları karara ve sonuca her yönüyle etkili bir durum. Anılan karar ile ilgili söyleyecek şey çok. Anayasadaki 2010 değişikliği öncesinde, Anayasa Mahkemesi’nde de yedek üyelik söz konusu iken, Anayasa Mahkemesi, kendi yedek üyelerinin ne yargısal ne idari, hiçbir konuda oy haklarının olmadığına karar verdi. YSK’daki durum, bununla aynı. Anayasal düzenlemenin ve Anayasa Mahkemesi kararının görmezden gelinmesi, yedek üyelere oy kullandırılması, hukukla açıklanabilir değil. Yüksek yargıçlardan oluşan, seçim güvenliği konusunda Anayasa çerçevesinde her türlü kararı alabilme yetkisine sahip bir Kurul’un en tartışmalı kararlara imza atmasını, kuşkusuz yargıç kimliği ile yargıç kimliğinin durumu ile ancak açıklamak olanaklı.
Amuran: Açıklanan iptal kararı, kamu görevlilerinden oluşturulmayan sandık kurullarının, sonuca etkili durum yarattığı idi. Sonradan bu iptal nedenine gerekçeli kararda başka nedenlerin de eklendiğini gördük. Hukukta en tartışmalı kavramların başında kamu görevlisi kavramı gelmiyor mu? YSK, sandık kurulları oluşturulurken bu kavramı bir genelgesi ile ortaya koydu mu?
Eminağaoğlu: Söylediğiniz gibi açıklanan karardaki iptal nedeniyle, sonradan gerekçesi açıklanan iptal kararındaki iptal nedenlerinin aynı olmadığı görülmüştür. Ayrıca, YSK kararı kendi içinde çelişki taşımaktadır. Gerekçelerin, hukuksal olarak ikna edici bir tarafının bulunmadığı, karşı oyların da duyurucu olmadığı görülmüştür. Seçimlerin sandık kurularındaki kamu görevlisi koşulu nedeniyle iptal edildiğini gözetirsek, o zaman sormak lazım, kamu görevlisi ne demek.
Kamu görevlisi kavramı, Yargıtay ve Danıştay uygulamalarında son derece tartışmaların yaşandığı, hukukun her alanında farklı biçimde, farklı yönüyle yorumlanan bir kavram… YSK, “seçim hukuku” yönünden kamu görevlisinden anlaşılması gerekenin ne olduğunu ortaya koymuş değil.
Sandık kurularının oluşuma ilişkin genelgede, mülki amirlik tarafından gönderilen kamu görevlisi listelerinin esas alınacağı belirtiliyor. Peki, mülki amirler bu listeyi kimlerden oluşturacak? Kamu görevlisi kavramı içine sadece devlet memurları girmiyor. Bu nokta da sözleşmeli personelin durumu nasıl değerlendirilecek? Yine diğer kamu görevlileri de listede yer alacak mı? Mülki amirliğin listeye eklemediği kişiler, sandık kurullarında yer alamayacak mı? Bu noktada ilk ayakta belirleyici, mülki amirler mi olacak? Yeni hukuksal sorunlar yaşanmaması, uygulama birliğinin sağlanması için YSK’nın bu konuyu sandık kurularına ilişkin genelgesinde değişiklik yaparak düzenlemesi gerekiyor. Bu konuda bir başvurum olmuştur ancak henüz sonuçlanmamıştır.
YSK, üzerine düşen görevi yapmaz, bu konuda da alması gereken kararları almaz ise yeni sorunlar ortaya çıkabilecektir.
Amuran: Sandık kurullarında kamu görevlisi bulunma koşulu yasada yapılan değişiklikle 16 Mart 2018 tarihinde getirildi. Seçim yasalarındaki değişiklikler, Anayasa’nın 67/son maddesi uyarınca bir yıl içindeki seçimlerde uygulanamıyor. 31 Mart seçimlerinin başlangıç tarihi de 1 Ocak 2019 olduğuna göre, bu Anayasa kuralı neden görmezden gelindi ve bu yasa uygulanarak sandıklarda kamu görevli koşulu arandı?
Eminağaoğlu: Söylediğiniz gibi sandıklarda kamu görevlisi koşulu yasada yapılan değişiklikle 16 Mart 2018 tarihinde getirildi. Anayasa’nın 67/son maddesinde yer alan hükme göre, seçim yasalarındaki değişiklikler, bir yıl içindeki seçimlerde uygulanamıyor. 31 Mart seçimlerinin seçim başlangıç tarihi 1 Ocak 2019. Kaldı ki sandık kurullarının oluşum tarihi de 4 Mart 2019 idi. Yani bu durumda anılan kuralın 31 Mart seçimlerinde uygulanmaması, önceki gibi hareket edilmesi gerekirken, YSK geçerli bir seçimi, uygulanamayacak bir kurala dayanarak iptal etti. En vahim olanı da burasıdır. Bu konudaki bir başvurum olmuş ise de YSK henüz yanıt vermiş değildir.
İptal nedeniyle, yeni seçimlerin aynı koşullarda tekrar seçim olduğu 1 Ocak’ta başlayan koşullara göre yapılacağı, sadece 31 Mart’taki oy verme gününün 23 Haziran’a kaydığını belirterek yine bu seçimde de kamu görevlisi koşulu aranmaması yolundaki başvuruma da YSK henüz yanıt vermiş değildir.
Anayasa’nın 67/son maddesinin, Anayasa’nın geçici 21 nci maddesine konulan hükümle sadece 24 Haziran 2018 tarihindeki seçimlerde uygulanmaması, bir yıl kuralının sadece o seçimlerde gözetilmemesi sağlandı. O geçici maddeye yerel seçimlerle ilgili bir hüküm konulmadı. Bu nedenle, bir yıl kuralı bu seçimler için karşımıza çıktı. Bir yıl içinde uygulanamayacak bir kural için de, seçim iptal edildi. Kararın hiçbir yerinde bu yön tartışılmadı.
Yapılacak yeni seçim tekrar seçim olmakla, yeni seçimlerde de bir yıl kuralı nedeniyle 1 Ocak tarihi gözetilip kamu görevlisi koşulunun aranmaması gerekiyor.
Amuran: Yenilenen İstanbul seçiminde sandık güvenliği için alınacak önlemler neler olmalıdır?
Eminağaoğlu: Sandık güvenliği için partilerin sandık kurullarında üye bulundurması, buradaki üyelerin oy verme ve sayım döküm işlemlerine tamamen gözetim ve denetim altında bulundurmaları gerekiyor. Sandık başında seçmenlerin etki altında kalmadan oy kullanacakları ortamın oluşturulmasını, sayımların seçmenin gerçek iradesini yansıtan biçimde gerçekleşmesini, sandık sonuçlarına ilişkin ıslak imzalı tutanakları alıp, parti örgütlerine teslim etmeleri de gerekiyor. Yine partili müşahitlerin de sandık mahallerinde, seçimlerin doğruluk ve dürüstlük içinde gerçekleşip gerçekleşmediğini izleyerek bu konuda üzerlerine düşenleri yapmaları gerekiyor.
Sandık başı, sayım dönemi, sayım sonrası tüm işlemlerde yasanın tanıdığı tüm hakların eksiksiz olarak kullanılması ve yerine getirilmesi gerekiyor. Bu noktada ilçe ve il örgütlerinin yaptığı çalışma organizasyonlarının aksatılmadan yürütülmesi kuşkusuz çok önemli.
Sandık güvenliği derken, bir de seçim güvenliğini, seçmenlerin iradesinin serbest koşullarda sandığa yansıması gerektiğini unutmamak gerek.
Amuran: Seçim sonuçlarıyla ilgili bir tahmininiz var mı?
Eminağaoğlu: İstanbul’da 31 Mart seçimlerinde sandığa gitmeyen %16’lık kesimin tutumu kuşkusuz belirleyici olacak. Elbette bu kesimin sandığa çekilmesi önemli. Ancak bu kesimin kimlerden oluştuğu, geçen seçmen listelerine bakılınca, kimlerin isimlerinin karşılığı boş ise açıkça belli. Bu listeler de seçim müdürlüklerinde. O seçim müdürleri soruşturma altında. Her nasılsa o listeler, iktidar partisi elinde ve kendi mahallelerinden sandığa gitmeyen seçmenleri sandığa taşıma çalışmalarına başlamış durumdalar. Bu listeleri diğer partiler elde edemiyor. Bu da, daha sandık öncesinde, seçmen iradesi üzerinde, eşit olmayan koşullarda nasıl bir baskı yaratıldığını ortaya koyuyor.
Amuran: Yenilenen İstanbul seçimleri yerel seçimler mi yoksa ülke için bir referandum niteliği mi taşıyor?
Eminağaoğlu: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan seçimine, sadece bir belediye başkanlığı seçimi olarak bakmak söz konusu olamaz. Bu seçim, sonuçları yönünden İstanbul’u aşan bir seçim… İstanbul belediye başkanlığı seçim sonuçları, her zaman İstanbul ile sınırlı kalmış değil. Erdoğan’ın siyaset sahnesinde yükselişi, AKP’nin iktidara tırmanışında bu belediyenin yeri apayrı… Türkiye’de beş büyükşehir belediyesinde öne geçen parti, sonraki genel seçimlerde iktidarı da kazanmış. Genel olarak halkın iradesi sandığa hep böyle yansımış. Beş büyükşehire baktığımızda Bursa ki çok az farkla burayı AKP kazandı, hepsinde AKP’nin seçimi kaybettiğini görüyoruz. Ancak İstanbul’un yeri apayrı. İstanbul demek, AKP’nin tüm kaynaklarının kesilmesi, halkın gözü önüne serilmesi demek… İstanbul’u kaybetmesi demek, AKP’nin kendi tükenişini kendi gözleri ile seyretmesi demek. Bunu gören ve bilen, İstanbul’daki başvurulardan da sonuç alamayan AKP, İstanbul’u kaybetmemek için veya son bir şans olarak İstanbul seçimlerini yeniletebilmek için hukuku dolanarak her yola başvurdu. İptal kararı sonrası İstanbul seçiminde AKP kendi için ortam yaratabilmek için, iktidarın her olanağını kullanıyor. Konu, AKP ve CHP veya Cumhur veya Millet ittifakı konusu olmaktan çıktı. Konu İmamoğlu etrafında kenetlenenlere de bakıldığında, Türkiye’de hukuk ve demokrasinin var olmasını, halkın hukuk ve demokrasi içinde yaşamasını isteyenlerle, yani demokrasi platformu ile karşısındaki iktidar bloğu arasında bir referanduma dönüştü. AKP’nin bu seçimi kaybetmesi demek, toparlanamayacağı bir sürece de girmesi demek.
31 Mart seçimleri ve İstanbul sonuçları, halktaki umudu iyice yeşertti. İktidarda psikolojik bir çöküntü, karşısında yer alan halkta da bir heyecan ve motivasyon sağladı. İktidar bundan bile ciddi biçimde tedirgin oldu. Çünkü bu havanın etkisi varlığını Türkiye’nin her yerinde gösterdi. O nedenle yenilenen seçimler ülke için bir halkoylaması niteliğinde.
Amuran: Seçim sonuçları Türk siyasetinde nasıl bir değişim getirebilir?
Eminağaoğlu: Serbest ortamda gerçekleşecek bir İstanbul seçiminde, 31 Mart’taki sonuçların hatta fark açılarak da çıkması gerekiyor. Bu durum, bir sonraki genel seçimlerde iktidarın değişeceğini de gösteriyor. Türkiye’de hukuk ve demokrasiyi kendisini iktidarda tutmak için araç olarak görmeyen, halka hukuk ve demokrasiyi her olanağı ile sunan iktidarın söz konusu olacağı anlamını taşıyor. Bu nedenle İstanbul seçimleri, hukuk ve demokrasinin yarınlarda nasıl yaşanacağını doğrudan ilgilendiriyor. Böyle olunca Türkiye’nin yarınları için, eşitlik, özgürlük, adalet, barış, hukuk ve demokrasinin etrafında, Türkiye’nin ortak paydalarında kenetlenenlerin, bu birliktelikle, çoğulculuk içinde, kin ve nefret dilinden uzak bir siyaset anlayışını egemen kılmaları durumunda ki aksi söz konusu değil, çağdaş bir Türkiye’yi sonsuza kadar yaşatacakları, siyasetin de bunun için var olduğu, İstanbul seçimlerinin de bu fırsatı yarattığı açıkça görülüyor.
Amuran: Bu nedenle de “Her şey güzel olacak” umuduyla farklı hukuki yorumlarınız ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederiz. Okurlarımıza da iyi bayramlar diliyoruz.
Eminağaoğlu: Ben de okurların bayramını kutluyor, iyi günler diliyorum.
(Odatv.com.tr)