Yeteneği keşfetmedeki yeteneksizliğimiz…
Almanya, bu ülkede yaşayan 1 milyon 600 bin Türk arasından bir Mesut Özil çıkarıp dünya futboluna hediye ederken, biz 82 milyon içerisinden bir diğer Mesut çıkaramıyoruz.
Yapabildiğimiz tek şey, Mesut’un nikah şahitliği ve kaç çocuk yapmaları gerektiği konusundaki tavsiyeden ibaret.
Yıldız diye manşetlere taşıdığımız yerli ve milli isimler mi?
Onlar yakın arkadaşlarının hanımına sarkıntılık etmek ve silahla hastane basmakla veya gazeteci dövmekle meşgul.
Milli takımın oynadığı son maçlarda görev alan futbolcuların yaklaşık 1/3’ü yurtdışında yetişmiş sporcular.
İlk sırayı yine Almanya 8 futbolcu ile alıyor. Hakan Çalhanoğlu, Cenk Tosun, Kaan Ayhan, Kenan Karaman, Hasan Ali Kaldırım, Nazim Sangare, Yunus Mallı, Güven Yalçın…
Hollanda üç futbolcu ile ikinci sırada. Oğuzhan Özyakup, Ömer Bayram, Deniz Türüç…
Son maçlarda görev almamakla birlikte zaman zaman milli görevi üstlenen gurbetçi sporcularımızdan Emre Akbaba ve Serdar Gürler Fransa, Mert Müldür ve Tarkan Serbest Avusturya doğumlu.
Bunun bir tesadüf olduğu söylenemeyeceğine göre, yetenekleri keşfetmede ve onları yetiştirmede beceriksiz olduğumuz kesin.
Spordan sanata geçelim.
Bir diğer dram da yetenek sınavı ile öğrenci alan konservatuvarlarda yaşanıyor.
Konservatuvar bölümü olan 20 üniversitemiz her yıl yetenek sınavı ile yüzlerce öğrenci almakta ve yine her yıl yüzlerce öğrenciyi mezun etmekte.
Mevcutların kıymetini ne kadar bildiğimiz ayrı bir konu ama kaç tane dünya çapında isim yapmış, ses ve sahne sanatçımız var bir düşünün.
İlkokulda, bir türlü 5 alamadığım müzik dersinde, notunu yükseltmenin yolunu “Çırpınırdı Karadeniz” şarkısını söyleyerek bulmuş biri olarak, 45 yıl önceki çocuğun masum sayılabilecek şark kurnazlığından çok daha grift ve kirli bir oyunun, bugünkü yetenek sınavlarda döndüğünü söylemek hiç de zor değil.
İşin en çarpık ve gayri ahlaki yanı, konservatuvarların sınav jürisinde görev alan isimlerin aynı zamanda bu sınavlara yönelik eğitim veren özel kurslarda da eğitmen olarak görev almaları veya özel olarak ders vermeleri.
Her yıl binlerce genç, avuç dolusu para ve aylar süren emek harcıyor bu sınavlar için. Sonra yeteneklerine göre değil, büyük ölçüde ders aldıkları hoca veya devam ettikleri özel kursların isimleri itibariyle yarışıyorlar jüri önünde.
Bu yıl Ankara’da en erkenci üniversite Bilkent Üniversitesi idi ve geçtiğimiz günlerde yetenek sınavını tamamlayarak 22 öğrenciye kabul verdi.
Geçtiğimiz yıl sınav şaibeleri ile ismi anılan ve jüride görev alan öğretim üyelerinin topluca istifa ettiği üniversitenin, bu yılki sınavında da tuhaf şeylerden bahsediliyor.
Sınavı kazanan öğrencilerin ağırlıklı olarak jüri üyelerinin yakın olduğu kurslardan olması, bir jüri üyesinin sınav devam ederken sınavı terk etmesi ancak sınav sonuç tutanağında imzasının olması sınav sonuçları üzerine koca bir gölge düşürmekte.
Sırada diğer üniversitelerin sınavları var.
Peşin hükümlü olmak doğru değil elbette ama bu hastalıklı sistemden sağlıklı bir sonuç beklemek çok zor…
Biz yetenekli milletiz aslında.
Ama bu yeteneği doğru şeyler için değil, işi kılıfına uydurmak için kullanıyoruz.
Ve maalesef hep birlikte kaybediyoruz.