Ziller çalıyor!..
Sonbahar ve hazan iyiden iyiye kendini hissettiriyor artık.
Okullar açıldı, aileler bir telaş içinde.
Her taraftan okul zili, ders çağrısı, müdür nutku sesleri geliyor.
Sıra sıra özel okullar; tıpkı özel hastaneler gibi.
Binaların koridorlarına sıkışmış okullar.
Teneffüs, koridor teneffüsü.
Durup bakıyorum, üzülüyorum bir kere daha!
Oysa okullar sadece eğitim için değil ki!
Ya da, okulların işlevi sadece eğitim değil ki!
Ya da, tersinden bakarsak, eğitim sadece tıka basa bilgi, tıka basa ezber değil ki.
Hatta bu işi aşmış İskandinav ülkelerinde, eğitim salt bilgi yüklemesi değil ki.
Yaparak, yaşayarak, öğretiyorlar.
Eğitim; ailede başlayan “birincil sosyalleşme / toplumsallaşmanın”, ikincil ayağı değil mi?
Eğitimin, öğretim ayağı yok mu?
O çocukların bahçeye, parka, ağaca, oyun oynamaya, birbirlerini anlamaya ihtiyacı yok mu?
Bunun için geniş sosyal alanlara, eğitsel alanlara, sportif alanlara ihtiyaç yok mu?
Evet, sanki bir el var ve her şeyi piyasalaştırmak zorunda!
Önce genel ekonomiyi, sonra kamusal ekonomiyi, sonra kenti, sonra doğayı, sonra sağlığı, sonra eğitimi, sonra toplumu, toplumsal kurumları ve sonuçta insanı – emeğini.
Evet, sanki bir el 1929 Dünya Buhranı’ndan bu yana dünyanın merkezine oturmuş durumda.
Immanuel Wallerstein’in dediği gibi dünyayı, merkez-yarı çevre ve çevre ülkelere ayırmış.
Daha geriye de gitmek mümkün. Ta, sömürge-kolonizasyon dönemlerine.
Amerika’nın, Hindistan su yolunun keşfine kadar.
Değişmeyen şey: Hep aynı yol ve yöntemler ile ülkelerin içini boşaltmak.
Herkesin amacını, merkeze hizmet haline getirmek.
Bizim kategorimiz, yarı çevre olarak öngörülmüş. Yani aşağısı çevre ülke, yukarısı merkez. Ne kadar doğru olur emin değilim ama sanki ilk 10 ekonomi, sonraki 10 ekonomi ve sonrası gibi sınıflama.
Bakınca ülkeme, kendi eğitim bahçemden; bir kere daha üzülüyorum.
Yukarıdaki sıralamada sıra eğer eğitime gelmişse acaba düşüyor muyuz çevreye diye?
Sahi ekonomide kaçıncı sıradayız?